
Rabbi Zalman Posner
Makale sonunda özet video bulunmaktadır.
Mistisizm, alışılmadık konularla ilgilenir: Gözle görünür olanın altında yatan derin katmanla, algıladığımız maddi gerçekliğin gerisindeki ruhsal düzlemle. Bu alan evreni de kapsayabilir, insan ruhunu da kapsayabilir veya Tora’ın yorum katmanlarından biri olan, “gizli” ya da ezoterik anlamı ifade eden sod düzeyini içerebilir.
Yahudi mistisizmi, bizimkine ek başka “dünyaların” var olduğunu kabul eder; fakat bunlar uzayda bir yerde bulunan fiziksel dünyalar değil, ruhsal nitelikteki dünyalardır. Bu dünyalar genellikle “ruhlar” ya da “melekler” diye adlandırılan varlıklarla “doldurulmuştur”. Bu kelimenin modern çağrışımları uygun olmadığından, çoğunlukla İbranice malach (melek) veya çoğulu malachim terimini kullanacağız.
Bu konu hayal ürünü bir fantezi değil, sonsuz olan Tanrı ile zaman ve mekân dünyamız arasında Tora’ın kurduğu bir köprüdür. Yahudi mistisizmi tamamen zihinsel bir uğraş değildir; ancak kişinin gündelik davranışlarını etkilediğinde anlamına ulaşır.
Chabad geleneği, mistisizm konusunda da tıpkı Tora, mitzvot ve karakter gelişimi gibi her alanda olduğu gibi aynı yaklaşımı benimser: her konunun zihinsel olarak anlaşılabilir hâle getirilmesi gerektiğinde ısrar eder. Bu nedenle Chabad, soyut, sezgisel veya şekilsiz görünen mistik malzemeyi rasyonel bir disiplin hâline getirir; ifade etmeye, açıklamaya, tartışmaya ve analiz etmeye açık bir yapı kazandırır. Böylece mistik konu nesnel bir gerçeklik kazanır; onu anlamanın aracı duygu veya sezgi değil, zihnin kendisi olur.
Mistisizmin gizemli, esrarlı ve biraz da ürkütücü bir havası olduğu kesindir; ancak bu kaçınılmaz değildir. Çünkü mistisizm, uygun şekilde ele alındığında rasyonel terimlere de dönüştürülebilir.
Gerçeklik ve Sembol
Gerçek olan nedir ve sembol olan nedir? Ruhsal olan mı yoksa maddi olan mı? Kabala, ruhsal ve maddi düzlemlerin birbirine karşılık gelen yapılarından söz eder.
Örneğin malachim ile hayvanları ele alalım. İlk bakışta tamamen ilgisiz görünen bu karşılaştırma, aslında birkaç dakika içinde şaşırtıcı biçimde anlam kazanır.
Önce “melek” kavramına bakalım. Halk arasında yaygın olan, çoğu dinî sanatın şekillendirdiği melek tasvirleri, gerçeğe uygun değildir; hatta çoğu zaman konuyu ciddiye almayı zorlaştırır. Bu nedenle “melek” fikri, aklı başında kimsenin değer vermeyeceği bir masal gibi görülmeye başlanmıştır.
Biz fiziksel boyutlara, sınırlara, şekillere ve formlara alışkınız; tüm deneyimlerimiz bu çerçevede gerçekleşir. Buna karşın fiziksel olmayan, fakat yine de “boyutlara” ve “niteliklere” sahip ruhsal varlıklar da vardır. Fikirlerin bile bir boyutu vardır; sevginin onu diğer duygulardan ayıran bir “şekli” vardır. Bunlar, fiziksel olmayan varlıkların kişilik kazanmasını sağlayan niteliklerdir.
Örneğin “huşu” denen bağımsız bir varlığı veya “anlayış” denen ayrık bir ruhsal formu hayal edin. Bunların kişinin zihninden ve kalbinden bağımsız bir varoluşa sahip olduğunu düşünün.
Tora’ın açıkladığı şekliyle malachim (melekler), zekânın kişileşmiş hâlleridir. Tanrı’yı zihinsel olarak kavrayan varlıklardır. Başka bir malach (melek), Tanrı’yı sevgi ya da huşu yoluyla kavrar; bu duygular onun varoluşunu tanımlar. Zihin duygu değildir; zihin-malach (melek), duygu-malach (melek) ile aynı değildir. Sevgi huşu değildir; sevgi-malach (melek), huşu-malach (melek) ile aynı değildir.
“Kutsal, kutsal, kutsal” sözünün üç kez yinelenmesi retorik bir süs değildir. “Kutsal” demek, ayrı, erişilemez ve aşan demektir. Aşkın olanı kavrayış sonsuz düzeyde gerçekleşebilir; çünkü gerçekten sonsuz olanla muhatap oluruz. Her bir kadoş demesi, bir malach (melek)ın Tanrı’nın aşkınlığını kavrayışıdır; ikinci birinciden daha yüksektir, üçüncü daha da yüksektir.
Her bir malach (melek), bu özelliği doğuştan taşır; bu bir çabanın, seçimin ya da içsel yaratıcılığın ürünü değildir. Tanrı her birini tek bir özellik üzerine kurmuştur; bir bakıma tek boyutludur. Bu onların sınırıdır; değişmez, aşılmaz. Tanrı’yı “bilmek”, “korkmak” veya “sevmek” üzere programlanmışlardır. Sevgi kendini yaklaşmayla, huşu ya da korku geri çekilme ve bitul (kendini yok etme) ile gösterir. Her duygu sayısız düzeye sahip olabilir, fakat her bir malach (melek) yine de tek renklidir.
Burada önemli nokta şudur: malachim (melekler) arasında gelişim yoktur. Peygamber Zekarya onların “duranlar” olduğunu söyler. Karşıtı olarak insan “yürüyen”dir. Meleklerde seçim yoktur, zayıflık yoktur, ayartı yoktur; bu yüzden gelişim de yoktur. Nasıl yaratıldılarsa öyle kalırlar. Bu hâl onların özünü ifade eder: Tanrı’nın eksiksiz hizmetkârı ve elçisi olmak. Tanrı’ya sevgileri mutlak, huşuları kusursuzdur.
Bu benzetmeyi hayvanlara genişlettiğimizde, hem hayvanlarda hem malachimde ortak noktanın “öngörülebilirlik” olduğunu görürüz. Bir hayvan nasıl yaratıldıysa öyle kalır. Bir buzağı büyür ve süt verir; ertesi gün Görelilik Teorisi yazmaz. Bu açıdan melekle hayvan birbirine göründüğünden daha yakındır.
Bu paragraflarda yaptığımız şey aslında Chabad yaklaşımını uygulamaktır: görünenin ötesine inmek ve özü araştırmak. Malach’ın (melek) özü nedir? Hayvanın özü nedir? Tamamen aynı olmasalar bile, aralarında yeterli benzerlik vardır. Gerçeklik–sembol ilişkisi kurulabilir.
İnsan ise hem malachimden hem hayvanlardan ayrılır; fakat her ikisinden bazı özellikler taşır. Tanya’nın ilk bölümünün açıkladığı gibi “meleklerden biraz daha aşağıdadır” ama aynı zamanda bir “hayvani nefis” taşır. İnsan öz olarak bütünüyle farklıdır. İnsan karmaşıktır: hayvani yan ve Tanrısal yan, akıl ve duygu, beden ve ruh, ideallik ve hazcılık aynı anda bulunur. Hangisinin baskın olacağını insan seçer. Seçim yapmamak bile bir seçimdir.
İnsanın Tanrı’yı zihinsel ve duygusal kavrayışı, malachimden daha düşüktür (büyük bir ruh olan Moşe Rabbenu hariç). Ancak insanın büyüme, gelişme ve kendi zayıflıklarının üstesinden gelme yetisi vardır. Bu yüzden ilerleyebilir. Taş gibi bir kalpten duyarlılık, kaba bir zihinden keskin bir kavrayış geliştirebilir. İnsan olmanın özü, değişim ve gelişme kapasitesidir. Chabad bu nedenle insanın özüne iner ve onda sonsuzluğun bir kıvılcımını bulur.
Şimdi temel soruya geri dönelim: Gerçek gerçeklik hangisidir, sembol hangisidir—maddi olan mı ruhsal olan mı?
Bu, bakış açısına bağlıdır. Chassidut bunu iki terimle açıklar: daat tachton (aşağıdan bilgi) ve daat elyon (yukarıdan bilgi). Aşağıdan baktığımızda, elle dokunabildiğimiz şey gerçek görünür; yesh. Tanrı’nın yaratıcı sözü “Olsun…” ise algımızın ötesinde olduğu için ayin, yani hiçlik olarak görünür.
Fakat yukarıdan bakıldığında, gerçek olan yaratıcı güçtür; çünkü o olmadan hiçbir şey var olamaz. Bu nedenle gerçek “şey” odur; maddi evren ise tamamen bağımlı bir hayal gibidir—ayin, hiçlik.
Gerçeklik ve sembol, kişinin nerede durduğuna göre değişir. Fiziksel algının yüzeyini delip özüne indiğimizde, maddi evrenin sadece bir etki olduğunu, bağımsız bir varlığa sahip olmadığını fark ederiz. Işık yılları genişliğinde bile olsa, fiziksel evren daha yüksek bir gerçekliğin sembolünden ibarettir.
Yahudi mistisizmi insana yeni bir bakış açısı kazandırır; algının ötesini görme yetisi sağlar. İnsanın kendini ve dünyasını anlamasına, yaşadıklarının amacını kavramasına ve çevresi karşısında edilgen kalmak yerine özgürleşmesine imkân verir.
Mistik Deneyim
Mistisizm ile mistik deneyimi birbirinden ayırmak gerekir. Son on yıl ve daha uzun bir süredir, mistik deneyim adı altında özel bir duyarlılık, farkındalık, vecd hâli, dinî sezgi, deneyim ya da genişlemiş bilinç iddiaları popülerlik kazanmıştır. Bu noktada bir miktar ihtiyat ve açıklık gereklidir.
Yahudi perspektifine göre mistik deneyim—yani Tanrı’nın farkındalığı—kişinin kendisini disipline etmesi, arzu ve hazlarını kontrol altına almasıyla elde edilir. Kişi kendini hazza bırakıyorsa, ruhun konularına duyarlı olmayı bekleyemez. Halüsinojenler, LSD ve diğer uyuşturucular, büyüsel formüller veya yöntemler mistisizmi bayağılaştırır. Etkileri ne olursa olsun, insanı yüceltmezler.
Peki bu iddiaların olası geçerliliğini neden reddetmeliyiz? Çünkü uyuşturucu gibi araçlar insanın kontrolünde değildir. İnsanı yönlendirir, etkiler, değiştirir. İnsan pasiftir ve sonuçları kontrol edemez. Bu araçlar onun efendisi olur; o ise insanlığından vazgeçmiş bir taşerona dönüşür. Daha önce açıkladığımız gibi insan, karar verdiği zaman ve bağımsız olduğu zaman insandır. Aynı şekilde din, ancak insan kendi iradesiyle egosunun ve bedeninin taleplerini aşabildiğinde; maddi gücün üstünlüğünü reddedip kendini insandan daha yüce olana—Tanrı’ya—adadığında etkili olur. İnsan ancak o zaman Tanrı’ya yaklaşır.
Tanya başka bir bağlamda, fiziksel arzularına bağlı kalan ve daha yükseğe çıkmak için boş yere çabalayan insanı tartışır. Büyük ihtimalle şunu söylemek güvenlidir: Bir hedonist—uç bir örnek olmasına dahi gerek olmadan—mistik bir sezgi ya da mistik bir deneyim yaşama kapasitesine sahip değildir.
Meditasyon
Rebbe, mektubunda Yahudi ve Yahudi olmayan mistisizmini karşılaştırır; özellikle meditasyona bakışlarındaki farkı vurgular. Yahudi olmayan mistisizmi meditasyonu merkeze alır; Yahudilik ise meditasyonu zihne ve eyleme taşıma gerekliliğinde ısrar eder. Bu fark, mistisizmle sınırlı olmayıp daha geniş bir karakter farkının parçasıdır.
Meditasyon zihni tek başına hedef alır. Zorunlu olarak rasyonel düzlemde değil; sezgiyle, duyguyla, vecd ile, vizyonla çalışır. Bu yolla meditasyon, insan hayatıyla ilişki kurar. Tora’ın yaklaşımı farklıdır. Elbette öğrenmek önemlidir. Elbette sevgi ve huşu ile ibadet tartışmasız gereklidir. Fakat mitzvot eyleme dönüşmezse, geri kalan her şey boşa gider, hatta daha da kötüsü olabilir. Meditasyonun meditasyonla bitmesi kabul edilemez.
Yahudilik, bu maddi dünyayı küçümsemez. Bir mitzvah yalnızca burada yapılabilir; en yüce ruhsal âlemlerde değil. Ve yalnızca kusurlu insan tarafından yerine getirilebilir; “kadoş, kadoş, kadoş” diye haykıran malachim (melekler) tarafından değil. Yahudilik dünyadan kaçmayı veya onun dikkat dağıtıcı unsurlarından uzaklaşmayı savunmaz. “Ülkeye geldiğinizde…” ifadesi Tora’da sıkça mitzvot’u tanıtır; bu açık bir hedef, bir bereket, bir tamamlanmadır. Bir inzivâ hayatı Yahudi ideali değildir.
Zihin ve kalple sınırlı kalan, eyleme ve fiziksel hayata nüfuz etmeyen meditasyon, kişinin meditasyon sürecinde belirli ödüller getirebilir. Ancak yükselme hâli geçtikten sonra kişi eski hâline dönebilir; yani mistik deneyiminin davranış üzerinde hiçbir etkisi olmayabilir. Yüce düşünce ve duyguları fiziksel eyleme dönüştürmek rastlantısal değil, bilinçli bir süreçtir. Ve çoğu zaman oldukça zordur. Chabad bu meseleye olağanüstü derecede dikkat gösterir; bir düşüncenin veya duygunun doğrulanmasının onun eylem üzerindeki etkisiyle ölçüleceğini vurgular.
Meditasyonun kendisi bile—etkilerinden bağımsız olarak—incelenmelidir. Daha önce belirttiğimiz gibi, zihin ile mistisizm aynı şey değildir. Meditasyon biçimindeki mistisizm çoğu zaman tanımlanamaz ve doğrulanamazdır. Mistiğin deneyimi öznel olup test edilemez ve çürütülemez. Mistiğin iddialarını kim reddedebilir? Oysa fikirler nesneldir; incelenebilir, tartışılabilir, yanlışlanabilir. Chabad bu tür mistisizmi kabul etmez; böylece mistiğin kendi deneyimini test edebilmesini sağlar. Mistiğin deneyimini başkalarına aktarabilmesini, onların da bu anlatımı sorgulayabilmesini, analiz edebilmesini ve gerekirse bunu öz-aldatma veya yüzeysellik olarak reddedebilmesini mümkün kılar. Ya da mistiği bir öğretmen olarak kabul edip ondan öğrenmesini sağlar.
Mistisizm Nedir?
Mistisizm, insanın Tanrı’yı kavrama çabasıdır. Tanım gereği, ölümlü ve sınırlı insanın algısı da sınırlı olacak; sonsuzla başa çıkmak için acınacak derecede yetersiz kalacaktır. Tanrı’nın sonsuzluğu açısından bakıldığında, malachimin en yüce kavrayışları ile en kaba maddi varlık eşit derecede önemsiz—hatta ayin, yani hiçlik—kalır. İnsan açısından düşünce “yemekten daha yüksek” bir işlev olabilir, fakat sonsuzluk bağlamında biri diğerinden üstün değildir.
Yaratma yalnızca Sonsuz olana mahsustur; çünkü fiziksel varlık ile yokluk arasındaki uçurum sonsuzdur ve aşılamaz. Tanrı’nın büyüklüğü malachimde veya yüce ruhsal “dünyalarda” değil; bu dünyevi dünyanın yaratılışında ortaya çıkar. Buna paralel olarak, bizim en yüksek düşüncelerimiz bile Sonsuz’u kavramada tamamen yetersizdir. Deriden yapılan tefillin, yalnızca Tanrı’nın yaratabileceği bir nesnedir; bu nedenle insanın Tanrı’yı “tutabileceği” uygun araç onlardır. Meditasyon tek başına bunu başaramaz.
Ancak meditasyon, zihinde Tanrı’ya sevgi veya huşu duygusu uyandırdığında, bu duygu fiziksel bedenin fiziksel nesnelerle yerine getirdiği mitzvot eylemlerine yol açar (sukka, lulav, matza, şofar, mezuzah, kaşrut, Şabat, tallit, tzitzit, tzedaka gibi). Bu eylemler insan ile Tanrı arasında başka hiçbir şeyin sağlayamayacağı bir temas noktası oluşturur.
Not
Aşağıdaki paragraf metnin kaynağıdır:
Bu metin, Rabbi Posner tarafından Uluslararası Yahudi Mistisizmi Sempozyumu’nda sunulan bir bildirinin düzenlenmiş hâlidir. Rebbe’nin bu makalede atıfta bulunulan mektubu, kitabın başında tam metin olarak yeniden basılmıştır.
Kutsal Kitabınızı bilin!
Kutsal Kitabınızı bilirseniz, hiç kimse Tanrı’ya olan inancınızı ve O’nunla olan bağlantınızı çalamayacaktır.