
Sinay Dağı’ndaki Yasak
İsrael halkı çölde yolculuk ederken, Sinay Dağı’nın eteklerinde toplanır. Gök gürültüsü, şimşekler, kalın bulut ve boru sesleri eşliğinde Tanrı’nın sesi duyulur. İşte bu görkemli bağlamda On Emir verilir. Bu emirlerden ikincisi şudur:
“Kendine oyma heykel yapma; yukarıda göklerde olanın, aşağıda yerde olanın, ya da suların altında olanın hiçbir suretini yapma. Onlara eğilmeyecek, onlara hizmet etmeyeceksin.” (Şemot 20:4–5)
Bu cümle, çevredeki kültürlerle keskin bir ayrım yaratır. Çünkü Eski Yakın Doğu’nun her yanında tanrılar boğa, kuş, insan ya da karma varlıklar şeklinde heykelleştirilir ve tapınılırdı. Sinay’da ise Tanrı’nın, hiçbir biçime sığmaz, hiçbir şekille temsil edilemez, hiçbir tanım yapılamaz olduğu ilan edilmiştir.
Keruvim Emri
Fakat çok geçmeden ikinci bir emir gelir. Tanrı, Moşe’ye Mişkan’ın —çölde İsrael’in beraberinde taşıyacağı gezici kutsal mekânın— planını verir. Merkezde Aron (Antlaşma Sandığı) vardır. Ve tam burada şu emir işitilir:
“Altından iki keruv yapacaksın… Aron kapağının iki ucunda olacaklar. Kanatlarını yukarıya doğru açacaklar, yüzleri birbirine dönük olacak. Orada seninle buluşacağım ve seninle konuşacağım.” (Şemot 25:18–22)
Yani, heykel yasağından yalnızca birkaç bölüm sonra, Tanrı’nın Kendisi altından figürler yapılmasını emretmektedir. Üstelik bunlar Kodeş AKodaşim’in (En Kutsal Oda) merkezine, yani Tanrı’nın varlığının simgesel tahtına yerleştirilecektir. Bu durum, dışarıdan bakıldığında önceki yasa ile çelişiyor gibi görünür.
Altın Buzağı Krizi
Başka bir olay da, görünürdeki bu çelişkiyi daha da keskinleştirir. Moşe, dağda kırk gün boyunca vahiy alırken halk aşağıda sabırsızlanır. Bir araya gelir, “Bize öncülük edecek bir tanrı yap” diyerek altından bir buzağı dökerler. Tora şöyle der:
“Ve dediler: Ey İsrael, seni Mısır diyarından çıkaran Tanrın budur.” (Şemot 32:4)
Buzağıya kurban sunulur, önünde dans edilir. Sonuç ağırdır: Tora, bu olayı Tanrı’ya ihanet, Tora’daki en büyük günahlardan biri olarak sunar.
Böylece üç olay yan yana geldiğinde şu sonuçları görürüz:
1- Sinay’daki yasak: “Hiçbir heykel yapma.”
2- Mişkan ile ilgili emir: “İki keruv yap.”
3- Altın Buzağı olayında: Altın heykel yap ve tapınmanın getirdiği yıkıcı sonuçlar.
Üçünde de aynı malzeme (altın), aynı yöntem (oyma heykel), benzer biçim (figür) vardır. Ama sonuç bambaşkadır: Birinde, Antlaşma Sandığı için keruvlar yapma Tanrı’ya yakınlık aracıyken, Altın Buzağı olayında Tanrı’dan uzaklaştıran günahtır. Fark nerededir?
Keruvim’in Kaynağı ve Altın Buzağı’nın Kökeni
Keruvim ile Altın Buzağı arasındaki fark, biçimlerinde değil, kaynaklarında ve işlevlerinde gizlidir. Keruvim, Tanrı’nın Sinay’da Moşe’ye verdiği emrin ürünüdür. Şemot 25:18–22’de açıkça “iki keruv yapacaksın” denir ve Talmud (Yoma 54a), onların işlevini şöyle özetler: “Tanrı’nın kelamı, Keruvim’in arasından duyulurdu. Yani Keruvim yapma emri, kolektif vahiy zincirinde kayıtlı, otoritesi sınanabilir bir emirdir.“
Altın Buzağı ise halkın sabırsızlığının bir ürünüydü. Moşe dağda kırk gün kalınca, halk “Bizi yönetecek bir tanrı yap” diye baskı yapmıştı. Aaron’un döktüğü buzağıya topluca, “Ey İsrael, seni Mısır’dan çıkaran Tanrın budur” dediler (Şemot 32:4). Burada emir Tanrı’dan değil, halkın arzusundan çıkmıştır. Birinde vahyin yönlendirmesi, diğerinde toplumsal kaygıların ürünü vardır.
Görünüşte Aynılık, İçerikte Ayrılık
Bir dış gözlemci için her iki nesne de altından yapılmış birer figürdür. Antropolojik gözle bakıldığında, “heykel = heykel”dir. Fakat Tora açısından belirleyici olan şey dış görünüş değil, işlev ve bağlamdır.
Keruvim’e tapınılmaz, onların önünde kurban kesilmez, dua edilmez, onlara eğilinmez. Onlar yalnızca Aron’un üzerinde Tanrı’nın konuşmasının işaretleridir. Midraş, Keruvim’in halkın ruhsal durumuna tepki verdiğini söyler: Mitsvalara bağlılık varsa yüz yüze, yoksa sırt sırta dönerler (Şemot Rabba 34:10). Yani Keruvim, Tanrı ile halkın ilişkisini dinamik biçimde yansıtan bir “gösterge”dir.
Altın Buzağı ise bunun tam tersidir: Halk, bu heykeli Tanrı’nın ya da Tanrı ile kendileri arasına aracı yerine koymuş ve tapınma nesnesi yapmıştır. Burada işlev değişmiş, nesne bir “işaret” olmaktan çıkıp “hedef” haline gelmiştir.
Öğretme Amaçlı Açıklama
Rambam, Moreh Nevukhim (III:32)’de bu farkı öğretme amaçlı bir düzleme taşır. Ona göre Mişkan’daki sembollerin amacı Tanrı’yı sınırlamak değil, insan zihnini tek Tanrı’ya yöneltmektir. Bu yüzden onların kutsallığı kendi maddelerinde değil, işlevlerinde aranır. Keruvim’in kutsallığı, altından yapılmış olmalarında değil, Tanrı’nın sesinin oradan duyulmasında yatar.
Öğretici Noktalar
Keruvim ile Altın Buzağı arasındaki farkı anlamak için yalnızca “yasak–emir” karşıtlığına bakmak yetmez; bağlamın, yönün ve teolojik çizginin ne anlama geldiğini de açıklamak gerekir.
İlk olarak, bağlam belirleyicidir. Put yasağı evrensel bir ilkedir; yani yaşamın her alanında geçerlidir. Hiçbir yerde, hiçbir amaçla put yapmaya izin yoktur. Keruvim ise bu kuralın istisnası olarak yalnızca bir mekâna, Mişkan’ın en iç odasına, Kodeş AKodaşim’e özgülenmiştir. Buraya halk giremez; yılda sadece bir kez, Yom Kippur’da, Baş Kahin (Koen Gadol) girebilir. Dolayısıyla Keruvim, toplumun gündelik hayatında görülen, erişilen bir nesne değildir; gizli ve saklı bir işaret, kutsallığın merkezinde duran semboldür. Bu daraltılmış bağlam, Keruvim’i put kategorisinden çıkarır.
İkinci olarak, işlevin yönü farklıdır. Altın Buzağı aşağıdan yukarıya bir girişimdir: halk kendi ihtiyaç ve korkularından hareketle Tanrı’yı temsil edecek bir nesne üretmeye çalışmıştır. Bu, insan merkezli bir icattır. Keruvim ise yukarıdan aşağıya bir buyruktur: Tanrı’nın kendi inisiyatifiyle belirlediği sembol. Yön farkı aslında niyet farkını da yansıtır: Altın Buzağı’nda insan Tanrı’yı sınırlandırmaya kalkar, Keruvim’de Tanrı insanı kendine yönlendirecek bir işaret verir.
Son olarak, teolojik çizgi ayrımı vardır. Keruvim’in amacı Tanrı’nın birliğini ve görünmezliğini pekiştirmektir. Onlar Tanrı’nın konuşmasının kaynağı değil, sadece taşıyıcısıdır. Altın Buzağı’nın sonucu ise tam tersidir: Tanrı’nın yerine geçmektir. Put, Tanrı’nın birliğini bölüp dağıtırken Keruvim bu birliği işaret eder, halkı Tanrı’ya bağlar.
Kısacası, Keruvim ile Altın Buzağı arasındaki ayrım dış görünüşte değil, bağlamın sınırında, işlevin yönünde ve teolojik çizginin amacındadır. Biri insanın kendi kurgusudur, diğeri Tanrı’nın kendi işaretidir. Bu yüzden aynı malzemeve aynı biçim, birinde Tanrı’ya yakınlık, diğerinde Tanrı’dan uzaklık üretir.
Talmud (Yoma 54a) ve Rambam (Mişne Tora, Avoda Zara 3) açık bir ayrım yapar: İnsan inisiyatifiyle yapılan her figür yasaklıdır, fakat Tanrı’nın buyruğu üzerine yapılmış olan Keruvim kutsaldır. Burada belirleyici ölçüt kaynak ve işlevdir.
Bazı İnançların “Figürlere Değil, Figürlerin Temsil Ettiği Tanrı’ya Eğiliyoruz” Açıklaması Tora’ya Uygun Mudur?
Tora’nın literal yasağına göre (Şemot 20:4–5) “put yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin”, figürlerin, temsillerin önünde eğilmek, dua etmek putperestliğe yaklaşan bir eylemdir. Çeşitli dinler bunu “temsil” olarak görür. İnandıkları kişilerin hatırasını anmak, Tanrı’ya yaklaşmak için aracılar olarak kullanmak gibi sebepler ileri sürerler. Fakat Yahudi geleneği böyle aracılığı kesin biçimde reddeder. Çünkü kişi ister Tanrı’yı temsil etsin, ister bir meleği, eğer önünde eğilme, dua veya adak ritüeli varsa, bu davranış putperestliğe girer.
Rambam (Mişne Tora, Hilkhot Avoda Zara 3:10–11) açıkça şunu söyler: Bir figürün önünde eğilmek, hatta Tanrı’ya ibadet kastıyla bile olsa yasaktır. Çünkü dışsal davranış, putperestliğe benzer bir form alır. Bu yüzden Yahudilik’te insan figürü veya aziz kültü hiçbir zaman ibadetin parçası olamaz. Çeşitli dinlerin heykel ve ikon önünde eğilme uygulaması, Tora perspektifinden “insan icadı put kültü” kapsamına girer.
Keruvim’in önünde İsraeloğulları eğilmez, ona dua edilmez; Keruvim yalnızca Tanrı’nın Sesinin “içinden” duyulduğu çerçevedir. Ama ikon veya aziz heykeli önünde eğilmek, “aracıya yönelme” sembolizmini doğurur. Yani niyetin Tanrı olması, davranışın doğasını değiştirmez; çünkü bilinçte doğrudan İlahi kaynağa bağlanma yerine, insan yapımı bir aracının önünde eylem gerçekleşir.
Niyet (kavana) önemlidir ama yönelimin nesnesi daha da önemlidir. Bir figüre yönelmek, ister “sembol” densin ister “aracı,” insanın bilinç akışını yukarıya değil, aşağıya kilitler. Çünkü figür, “yukarıdan gelen emirle kurulmuş işaret” değil, “aşağıdan, insan zihni tarafından yansıtılmış biçimlerdir.” Bu da akışı bozarak bilinçte sahte bir merkez oluşturur.
Yahudilik, Tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi aracısız ve doğrudan kurmayı esas alır. Sözde “sembollere” eğilmek, onlara dua etmek veya “aracı” kullanmak Yahudilik açısından putperestliktir.
Sembolik Boyut
Put yasağının sembolik anlamı, Tanrı’nın sınırsızlığını herhangi bir biçim ve beden içine kapatmayı reddetmesidir. Put, insanın zihninde Tanrı’yı kendi ölçülerine, biçimine indirgeyen, sonsuz olanı sonlu bir şekil ile sınırlayan veya tanımlayan bir girişimdir. Böylece Tanrı’nın aşkınlığına değil, insanın zihinsel sınırlarına dayanır. Bu yüzden put, yalnızca bir heykel değil, aynı zamanda teolojik bir sapmadır: Tanrı’yı sınırlandırma, tanımlama, biçim verme, fiziksel hale indirgeme çabasıdır.
Keruvim ise tam tersine, Tanrı’nın kendisinin belirlediği sembollerdir. Yani onların kaynağı insan zihni değil, vahiydir. Bu, çok kritik bir ayrımdır: bir sembolü Tanrı belirlediğinde, o sembol “Tanrı’nın sonsuzluğunu kısıtlayan bir imge” değil, “Tanrı’nın insanla ilişkisinin aracı” haline gelir.
Keruvim’in sembolik işlevi, halk ile Tanrı arasındaki ilişkinin bir göstergesi gibidir. Midraş Şemot Rabba (34:10), Keruvim’in yüzlerinin halkın durumuna göre değiştiğini anlatır: İsrael mitsvalara bağlı olduğunda Keruvim yüz yüze dönük, Tanrı ile halk arasındaki sevgi ve uyumu yansıtır. İsrael sadakatsizlik gösterdiğinde ise Keruvim yüzlerini birbirinden çevirir, yani ilişki soğur ve bağ kopma noktasına gelir. Bu, cansız altın figürlerin bir “gösterge paneli” gibi Tanrı-halk ilişkisinin durumunu yansıttığını gösterir.
Bu noktada Keruvim, “cansız nesne” olmaktan çıkar, “canlı metafor” işlevi kazanır. Onlar bir heykel değil, Tanrı ile halk arasındaki iletişimin sembolik aynasıdır. Bu yüzden Keruvim’e tapınılmaz; onların değeri kendilerinde değil, işaret ettikleri ilişkide yatar.
Sonuçta sembolik boyutta put ile Keruvim arasındaki fark şudur:
Put, insanın Tanrı’yı kendi zihninin sınırlarına hapsetme çabasıdır.
Keruvim, Tanrı’nın insanla ilişkisinin, halkın ruhsal durumuna göre “yaşayan” bir göstergesidir.
Dolayısıyla Keruvim, putun reddettiği şeyi başka bir yolla doğrular: Tanrı sonsuzdur, ama insanla ilişkisinin sembolleri halkın önünde canlı metaforlar olarak belirir. Bu ayrım, sembollerin insan merkezli mi yoksa Tanrı merkezli mi olduğunun ne kadar belirleyici olduğunu gösterir.
İleri okuma: Evrenin Derin Yapısı (Kabalistik Yorum)
UYARI: Bu bölüm SADECE Kabala’nın sembolik dilini ve sefirotik sistemini anlamaya çalışanlar içindir. Bu kavramlar, tarihsel olayların yerine geçen birer mit değil, metnin derinlik katmanlarıdır. Ancak bu düzleme, metnin literal (peşat) ve midraşik temellerini sağlamca öğrenmeden yaklaşmak, sadece kafa karışıklığı ve yanlış yorum getirir. Başka alanlarda uzman olmanız, bu metni kavradığınız anlamına gelmez; bu, entelektüel kibirden başka bir şey değildir. Kabala, sadece bilgi değil, yoğun disiplin, kaynak hakimiyeti ve manevi hazırlık ister. Eğer Tora’nın temel dilini, midraş mantığını ve mitsvaların işleyişini bilmeden bu düzlemi anlamaya çalışıyorsanız, bu çabanız sizi hakikate değil, kendi yorumlarınızın gölgesine götürür.
Kabalistik yorum bu sembolik işlevi daha da derinleştirir. Zohar (Teruma 127a) Keruvim’i Z’eir Anpin ile Malkhut’un (erkek–dişil kutuplar) birleşmesinin sembolü olarak yorumlar. Yani onlar yalnızca halkın ruhsal durumunu değil, Evrenin Derin Yapısı’nda Tanrı’nın içsel kutuplarının uyumunu da yansıtır. Keruvim’in yüzlerinin yön değiştirmesi, yalnızca İsrael’in ruhsal durumuna değil, sefirotlar arasındaki akışın ahengine de işaret eder.
Keruvim ile Altın Buzağı arasındaki fark, Evrenin Derin Yapısı’nda (sefirot ve partzufim bağlamında) daha da keskinleşir. Dışarıdan bakıldığında her ikisi de altından yapılmış heykellerdir, ama içsel anlam düzleminde biri Tanrısal akışı taşıyan kanal, diğeri o akışı koparan perde haline gelir.
Altın Buzağı – Kopmuş Malkhut
Kabalistik dilde Altın Buzağı, Malkhut’un yanlış algısıdır. Malkhut, aslında üst sefirot’tan aldığı ışığı yansıtan sefira’dır; kendi başına ışığı yoktur. Ancak bu ışığı kaynağından bağımsızlaştırmaya kalktığında, “kendi başına var olan bir güç” gibi görünür. İşte bu durum klipa (kabuk) denen sapmaya dönüşür. Klipa, meyveyi saran ama meyvenin özü olmayan dış kabuktur. Altın Buzağı da tam olarak böyle işlev görür: dışarıdan güçlü ve parlak görünür ama içsel akıştan kopuktur. Bu, avoda zara’nın (yabancı hizmetin) özü sayılır: ışığı kaynağından koparıp bağımsızlaştırmak.
Keruvim – Z’A ile Malkhut’un Birleşmesi
Keruvim ise tam tersine, doğru bağlantıyı temsil eder. Zohar (Teruma 127a), Keruvim’i Z’eir Anpin (Tanrı’nın altı sefirasının birleşimi) ile Malkhut’un (dünyada Tanrı’nın hükmü) yüz yüze gelmesi olarak yorumlar. Yani Keruvim, Evrenin Derin Yapısı’nda “üst ışık ile alt yansıma” arasındaki uyumu gösterir. Onların yüzlerinin birbirine dönük ya da sırt sırta olması, bu ilişkinin durumunu yansıtır: İsrael mitsvalara bağlı olduğunda birleşme gerçekleşir, sadakatsizlik olduğunda kopuş yaşanır. Yani, Keruvim’in yüzlerinin birbirine dönük ya da arkalarını dönük olması, yukarıdaki Z’eir Anpin ile Malkhut’un birbiriyle ilişkisini (yüz yüze veya sırt sırta) gösterirdi.
Ari (Etz Hayim, Şa’ar HaKeruvim) Keruvim’i “hayyot ha-kodeş” (kutsal canlı güçler) olarak tanımlar. Bu ifadeyle, onların yalnızca sembolik figürler değil, sefirotik enerjilerin tezahürleri olduğunu anlatır. Yani Keruvim, soyut sefirot akışını görünür bir metafor haline getirir.
Akışı Kanallandırmak veya Kesmek
Bu noktada ayrım netleşir:
Altın Buzağı akışı keser, çünkü ışığı kaynağından koparıp bağımsızlaştırır. Sonuç: klipa, yani boş bir kabuktur.
Keruvim akışı kanallandırır, çünkü Z’A ile Malkhut’u yüz yüze getirerek Tanrı’nın sözünü dünyaya iletir. Sonuç: iletişim, vahiy ve sürekliliktir.
Sözün Kaynağı
Şemot 25:22’de “Keruvim’in arasından seninle konuşacağım” ifadesi boşuna değildir. Konuşma (dibbur), Tanrı’nın akışının somut bir formudur. Keruvim, bu akışın doğru kanalını temsil eder. Altın Buzağı’nda ise konuşma yoktur; orada halk kendi sözünü Tanrı’nın yerine geçirir. Birinde kelam Tanrı’dan gelir, diğerinde insanın kelamı Tanrı’nın yerine konur.
Sonuç
Kabalistik açıdan fark, yalnızca tarihsel bir olayın ötesindedir. Altın Buzağı, kopmuş Malkhutun ve bağımsızlaştırılmış ışığın simgesi olarak klipaya dönüşür. Keruvim ise birleşmiş Z’A ve Malkhutun sembolü olarak Tanrısal sözün kanalıdır. Biri boş kabuk, diğeri canlı akıştır. Dış görünüş aynı olsa bile, Evrenin Derin Yapısı’nda ikisi taban tabana zıttır.
Kutsal Kitabınızı bilin!
Kutsal Kitabınızı bilirseniz, kimse inancınızı ve Tanrı ile olan bağlantınızı çalamaz.