Önceki yazımızı, nehirler ile ulusların birbirleriyle nasıl bir ilişkiye sahip olduğunu sorarak tamamlamıştık. Nehirlerin ve ulusların birbirleriyle ne ilgisi olabilir? Buna bir yanıt bulmak için Google’a başvuruyoruz. Önce Google Haritalar’ı (Maps) açalım. İşte genellikle gördüğümüz bir Google Maps görünümü örneği:
Bu haritada genel olarak gördüğümüz yollar, siyasi bölümler temelde insanlık tarafından tanımlanan sınırlardır. Bunlar, “ulusların sınırları” diyebileceğimiz şeylerdir. İnsanlar olarak otoyollar ve siyasi bölünmeler yaratıyoruz. Bu haritada Bulgaristan ve Romanya’yı, tüm bu şehirleri görüyorsunuz, yolları, ülke sınırlarını görüyorsunuz.
Ancak Google tarafından sağlanan başka bir uygulama daha var: Google Earth. Google Earth’te insan tarafından yapılan bölümler hala oradadır, ancak artık arka plandadırlar ve siz sadece yeryüzünü görürsünüz. Burada, yeryüzünü neyin böldüğünü düşünürseniz, Google Earth’te, yerden yaklaşık birkaç yüz kilometre yukarı yükselirseniz, ne görüyorsunuz? Nehirleri görüyorsunuz. İlginç bir şekilde, siyasi bölünme bazen nehirlerin sınırları boyunca ilerliyor. Doğal bölünmeler, nehirler aracılığı ile olduğu gibi, ulusları da bölüyor. Örneğin, burada Tuna Nehri Romanya ile Bulgaristan ülkeleri arasındaki sınırı belirliyor. Nehirler, karayı bölüyor. İşte küçük adalar ve küçük nehirler de.
Size önermek istediğim, dünyanın nasıl bölündüğü hakkında düşünmenin aslında iki yolu olduğudur. Tanrı’nın dünyasında, topoğrafyanın, çevrenin birincil olduğu göklerin ve yeryüzünün dünyasında, dünyayı nehirler böler. Nehirler, toprağın doğal olarak düzenlenme şeklini oluşturur. Nehirler sadece dünyayı bölmekle kalmaz, başka bir şey daha yapar. Tarihe bakarsanız şehirlerin her zaman nehirlerin yanında kurulduğunu görürsünüz. Nehir kıyılarında şehirler kurulmuştur ve aralarında büyük boşluklar bulunur. Bunun nedeni, nehirlerin hayatı taşımasıdır. Su olmadan yaşamamız mümkün değildir ve her zaman suya yakın olmamız gerekir. Tüm yaşam, hayatın kaynağı suyun çevresinde toplanır.
Yani, nehirler iki şey yapar. Dünyayı doğal olarak bölerler ve ayrıca yaşamı dünyaya doğal yolla taşırlar. Sanki tüm yaşam Eden’den çıkıyor ve su, nehirler aracılığıyla dünyaya hayatı getiriyordur.
Yaratılış dünyasında dünyaya yaşamı getiren nehirler ise, Noah’ın dünyasında, dünyaya yaşamı ne getirir?
Şimdi bir düşünün, yeniden yaratılış dünyasında, insanlığın dünyasında nehirlerin karşılığı nedir? Göklerin ve yerin nesilleri yerine ne vardır? Noah’ın oğullarından nesillere sahipsiniz.
Noah’ın oğullarının aileleri, halklarındaki nesillerine göre bu şekildeydi. Ve Tufan’dan sonra yeryüzünde bölünen milletler bunlardır.
Yaratılış 10:32
Türkçe çeviride “[tüm] halklar yeryüzüne bunlardan yayılmışlardır” çevirisinde “yayılmak” olarak tercüme edilen kelime (נִפְרְד֧וּ) “nifredu” kelimesi “bölmek” anlamına gelir.
Eden’den bahçeyi sulamak üzere bir nehir çıktı. Oradan dört ana kola ayrıldı.
Yaratılış 2:10
ayetinde “ayrıldı” olarak çevrilen kelime ve “Yalıtılmış halklar, kendi ülkelerine [gittiklerinde, işte] bunlardan ayrılmışlardır” (Yaratılış 10:5) ayetinde “ayrılmak” olarak tercüme edilen kelime aynıdır.
Yeniden yaratılış dünyasında çocuklar uluslara döner ve onlardan bütün uluslar bölünür.
Yaradılış dünyası için nehirler ne ise, yeniden yaratılış dünyasında Noah’ın çocukları ve onlardan bölünen uluslar odur.
Yeri gelmişken, Tanrı’nın dünyası ve insanlığın dünyası tanımları ile gerçekte ne demek istediğimi açıklığa kavuşturmak istiyorum. Örneğin, popüler bir teori vardır: saatçi teorisi. Tanrı’nın dünyayı yaratmış olabileceği, ama yarattıktan sonra işleyişine müdahale etmediği, karışmadığı, evreni yaratmış olduğu biçimde bırakmış olduğu fikri vardır. Yeniden yaratılış dünyasından bahsettiğimde, Noah’ın dünyasında, insanlığın dünyasında Tanrı’nın herhangi bir şekilde bu dünyaya dahil olmadığını, müdahale etmediğini söylemek istemiyorum. Tora açısından, Tanrı’nın sürekli olarak dünyaya dahil olduğu açıktır. Tanrı, Tanrı’nın dünyasında olduğu kadar insan dünyasına da dahil olabilir.
Öyleyse, Tanrı’nın dünyasının aksine insanın dünyası dediğimde ne demek istiyorum? Tanrı’nın nihai dünyasını Eden Bahçesi olarak görebilirsiniz ve daha önce bahsettiğimiz gibi Eden Bahçesi’nde insanın görevi gerçekten hizmet etmek ve korumaktı. A.B.D.’de polis teşkilatının sloganı olan “hizmet etmek ve korumak” (to protect and serve), insanın Eden Bahçesi’ndeki görevini tarif eden Tora’dan gelir.
Burada çevrenin ne kadar merkezi olduğunu görüyorsunuz, dünyada yapmamız gereken insanın görevi, bahçeye hizmet etmek ve onu korumaktır. Bahçeyi bu kadar özel yapan nedir? O, Tanrı’nın bahçesidir.
Bahçe nedir? Bahçe, Tanrı’nın dünyadaki bir çeşit yeridir, Tanrı’nın dünyada Kendisi için yaptığı bir yerdir. Yapmamız gereken şey, Tanrı orada olduğu için, çok özel bir yer olduğu ölçüde, onu koruyoruz.
Kutsallık (Keduşa, Kadoş) kavramını düşünürseniz, “kutsallık” kelimesi kavraması biraz zor bir kelimedir. Ancak metne, Tora’ya bakarsanız, “kutsallık”, maddi olmayan nihai varlığın, Tanrı’nın var olduğu maddi bir yer olarak tanımlanır. Evrenin Efendisi’nin, maddi olmayan Tanrı’nın, bir şekilde maddi dünyada var olmaya başlaması, Tanrı ile maddi dünya arasındaki bağlantı noktasıdır. Maddi dünyada, maddi olmayan şeyler bulmayı beklemezsiniz, maddi olmayan Tanrı’yı, uzay ve zamanın ötesinde olan Tanrı’yı maddi dünyada bulmayı beklemezsiniz. Yine de, Eden Bahçesi’nde hareket eden Tanrı’nın sesini duydular (Yaratılış 3:8). Tanrı, burada bahçededir ve bu da Keduşa’dır. Kutsallık dediğimiz budur. Yanan çalı hikayesinde, Moşe Rabbenu, Tanrı ile karşılaştığında, Tanrı ona hemen ayakkabılarını çıkarmasını, çünkü oranın kutsal bir yer olduğunu söyler. Neden? Tanrı, orada olduğu için. Tanrı, Kendisini dünyada göstermektedir.
Bu yüzden ilk dünyada, Eden Bahçesi’nde ve belki de biraz daha az ölçüde dünyanın geri kalanında, yaratılış dünyasında, bu Tanrı’nın dünyasıydı. Tanrı’nın dünyada yankılanması anlamında, burası O’nun yeriydi. Şimdi insanlık da oradaydı, insanlar Tanrı’nın dünyasında bir çeşit kiracılar gibiydi. İnsanlar, hayvanlarla birlikte Tanrı’nın dünyasında iki kiracıydı ve insanlar ile hayvanlar arasında belli bir eşitlik vardı. Tufan sonrası dünyada ise bu değişir. Hala Tanrı ile bir ilişkimiz vardır, Tanrı hala dünyaya dahildir, ancak Tanrı’nın dünyada yankılanma duygusu eskisi kadar fazla değildir. Tanrı göklerde yankılanır. Mezmurlar’da şöyle söyler:
Gökler Tanrı’nın gökleridir; fakat yeri insan oğullarına verdi.
Mezmurlar 115:16
Tufan sonrası dünya bu nedenle insanlığın yeridir. Eden Bahçesi’nde durum böyle değildi, aynı zamanda yaratılış dünyasında dünyanın geri kalanı da Tanrı’nın yeriydi. Tanrı, tabiri caizse yeryüzünde yankılanıyordu. Tanrı’nın sarayında, O’nun yankılandığı yerde O’nunla ilişkiye sahip olmak ile Tanrı’nın Kendisi’ni göstermediği, sizin dünyanın bir başka bölgesinde olmanız, Tanrı’nın ise dışarıda başka bir yerde olması aynı durum değildir. Tanrı ile hala bir ilişki içerisindesinizdir, Tanrı’nın gücü dünyada hala hissedilebilirdir ama bu dünya sizin kiracı değil, bir tür yönetim haklarına sahip olduğunuz bir dünyadır. Tufan sonrası dünyada yönetici gibisinizdir.
Kral’ın sarayında misafir olmak ile kendi evinde yaşayıp Kral ile uzaktan ilişki kurmak aynı değildir.
Böylece, nesiller ve nehirlerle ilgili tüm bunlar sayesinde, Tanrı’nın dünyasında, yaratılış dünyasındaki ve insanlığın dünyasındaki gelişime dair bir fikir ediniyorsunuz. Bu iki dünya arasında odak farkı var.
Yaratılış dünyasında odak noktası Tanrı’nın yarattığı çevreyken, insanlığın dünyasında odak noktası, ulusların gelişimidir
Bu açıklamadan sonra, şimdi nerede kaldığımızı hatırlayalım: Bu iki dünya, yaratılış dünyası ve yeniden yaratma dünyası arasındaki paralelliklerden bahsediyorduk. Şimdi soru şu: Noah’ın hikayesinde bu paralellikler devam ediyor mu? Bir sonraki hikaye, Noah’ın bağı hikayesidir, bu hikaye ile göklerin ve yerin nesilleri arasında bir benzerlik var mı? Sonraki yazımızda bu konuyu konuşacağız. Bekliyorum.
Kaynak: Rabbi David Fohrman