Protestan Hristiyanlığın içindeki ana kollardan biri olan Reform Hristiyanlık, Reform Protestanlık olarak da bilinen Kalvinizm’in beş maddesini açıklayan metinlere müdahalede bulunmadan, bu metni maddeler halinde sunup, bu maddelerin Yahudi Kutsal Metinleri yani Tanah ile uyuşup uyuşmadığını, bu öğretilerin Tanah’a yabancı olup olmadıklarını inceleyeceğim. Kalvinizm bu ilkeleri oluştururken Yahudi Kutsal Metinleri’ne sadık kalmış mıdır?
KALVİNİZM
Kalvinizm, kutsal yazılara en üst seviyede önem verir ve teolojik formülasyonlarını yalnızca Tanrı Sözü’ne dayandırmaya çalışır. Tanrı’nın her şeye egemen olmasını odak noktasına alır ve her şeyi yapan,her şeyi bilen, her yerde bulunan ve her şeye gücü yeten olarak Kendisi’nin yaratmış olduğu yaratılmış olanlar ile ilgili neyi isterse yapabileceğini belirtir. Kutsal Kitap’ta ayrıca şu öğretilerin yer aldığını da belirtir: Tanrı, yüce lütfuyla insanların kurtuluşunu takdir etmektedir; İsa sadece önceden belirlenmiş seçilmiş olanlar için ölmüştür; Tanrı, Tanrı’yı seçmeye yetkin ve O’nu seçmeyi isteyenleri yeniler ve kurtulmuş olanların kurtuluşlarını kaybetmeleri olanaksızdır.
Arminianizm ise Tanrı’nın önceden belirlemesinin mutlak anlamda olmadığını ileri sürmektedir. Aksine, Tanrı, geleceği gördüğü için kimin kendisini seçeceğini görür ve onları seçer. İsa, sadece Hristiyanlar değil, şimdiye kadar yaşamış olan ve yaşayacak olan tüm insanların günahları için ölmüştür. Kurtulmak isteyip istemediğine karar veren kişi insanın kendisidir. Ve son olarak, kurtuluşunuzu kaybetmek mümkündür (bazı arminianlar, kurtuluşunuzu kaybedemeyeceğinize inanmaktadırlar).
Kalvinizm, beş temel ilkesinin ilk harflerinin ingilizce akronimi olan T.U.L.I.P. ile tanımlanır.
Bunlar;
Total Depravity (Tamamen Bozulmuşluk ve Tamamen Yetersizlik -Asli Günah)
Unconditional Election (Şartsız Seçim)
Limited Atonement ( Particular Atonement) Belirli Kurtarış veya Sınırlı Kefaret
Irresistible Grace (Ruh’un Etkin Çağrısı ya da Karşı Konulmaz Lütuf)
Perseverance of the Saints (Kutsalların Dayanması veya İnanlılar’ın Güvenliği)
Bu temel beş ilke Kalvinizm’in tamamını kapsamaz. Temel prensiplerini belirtir.
KALVİNİZM’İN 5 MADDESİ:
1.TAMAMEN BOZULMUŞLUK YA DA TAMAMEN YETERSİZLİK
Kalvinciler, insanın tamamen bozulmuş olduğundan söz ettiklerinde insanın doğasının tamamen yozlaşmış, sapkınlaşmış ve günahlı olduğunu söylemek isterler. “Tamamen” sıfatı, her günahlının davranışları ve düşüncelerinde olması mümkün olduğu kadar tamamen ve bütünüyle yoz olduğu anlamına gelmez. Bunun yerine, “tamamen” sözcüğü, insanın varlığının bütününün günahtan etkilenmiş olduğunu belirtmek için kullanılır. Bozulmuşluk insanın her parçasına, bedenine ve ruhuna uzanır; günah insanın kafası, iradesi vb. gibi melekelerinin hepsini (bütünlüğünde) etkilemiştir.
Bu yaradılıştan yozluğun sonucu olarak, doğal insan ruhsal bakımdan hiçbir iyi şey yapamaz; böylece Kalvinistler insanın “tamamen yetersizliği”nden söz ederler. Bu terminolojinin bildirmek istediği yetersizlik, ruhsal yetersizliktir; günahlının kendi kurtuluşu konusunda hiçbir şey yapamayacak halde ruhsal bakımdan iflas etmiş olduğu anlamına gelir. Kurtulmamış birçok insanın, insansal standartlarla değerlendirildiğinde, hayran olunacak nitelikler sergiledikleri ve erdemli davranışlarda bulundukları açıkça görülmektedir. Ama ruhsal alanda, Tanrı’nın standartlarıyla değerlendirildiğinde, kurtulmamış günahlı iyi şeyler yapma konusunda yetersizdir. Doğal insan günaha köledir; Şeytan’ın bir çocuğudur, Tanrı’ya karşı asidir, gerçeğe karşı kördür, bozulmuştur ve kendisini kurtaramaz ve kendisini kurtuluş için hazırlayamaz. Kısaca, yeniden doğmamış insan günahta ölüdür ve iradesi kendi kötü doğasının kölesidir.
İnsan, Yaratıcısı’nın ellerinden bu bozuk ve yoz durumda gelmemiştir. Tanrı, Adem’i doğru yaratmıştır; Tanrı Adem’i yarattığında Adem’in doğasında hiçbir kötülük yoktu. Özgün olarak, Adem’in doğası günahın egemenliğinden özgürdü, kötüyü seçmek için hiçbir yenilmesi zor, doğal isteğin etkisi altında değildi ama düşüşü aracılığıyla kendisi ve bütün soyu üzerine ruhsal ölüm getirdi. Böylece kendisini ve insanlığın tümünü ruhsal yıkıma götürdü ve kendisi ve soyu için ruhsal alanda doğru kararlar verebilme yeteneğini kaybetti. Soyundan gelenler karar verme konusunda hala özgürdürler. Herkes hayat boyunca seçimler yapar ama Adem’in soyu günahlı doğalarla doğdukları için, ruhsal iyiliği ruhsal kötülüğe yeğleme yeteneğine sahip değildirler. Bunun sonucu olarak, insanın iradesi artık, Adem’in iradesinin düşüşten önce özgür olduğu şekilde özgür değildir (örneğin, günahın egemenliğinden özgür değildir). Bunun yerine, insanın iradesi, miras alınan bu bozukluğun sonucu olarak günahlı doğasına esaret içindedir.
Westminster İnanç Bildirisi, bu doktrin konusunda açık ve öz bir bildiride bulunur. “İnsan, günah konumuna düşüşüyle kurtuluşa eşlik eden herhangi bir ruhsal iyilik isteme konusundaki bütün yeteneğini tamamiyle kaybetmiştir; bu yüzden doğal insan olarak, iyiliğe bütünüyle karşıdır ve günahta ölüdür, kendi kuvvetiyle iman etmeye ya da kendisini iman etmeye hazırlamaya gücü yoktur.” (Westminster İnanç Bildirgesi, 9. Bölüm, 3. Paragraf)
- Adem, Aden Bahçesi’ne konulduğunda, hemen ruhsal ölüme uğrayacağı tehdidiyle iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yememesi konusunda uyarılmıştı.(Yaratılış 2:16,17)
- Adem itaatsizlik etti ve yasak meyvayı yedi (Yaratılış3:1-7); bunun sonucu olarak da kendisi ve insanlığın üzerine ruhsal ölüm getirdi.(Romalılar 5:12, Efesliler 2:1-3, Koloseliler 2:13)
- Davut, kendisinin ve bütün insanların günah içinde doğduklarını itiraf etti. (Mezmurlar51:5, Mezmur 58:3)
- İnsanlar günah içinde doğduklarından ve doğalarından ötürü ruhsal bakımdan ölü olduklarından İsa eğer insanlar Tanrı’nın krallığına gireceklerse yeniden doğmaları gerektiğini öğretmişti.(Yuhanna 3.5-7)
- Düşüşün sonucu olarak, insanlar ruhsal gerçeğe karşı ruhsal bakımdan kör ve sağırdırlar. Kafaları günah tarafından karartılmıştır ve yürekleri yoz ve kötüdür.(Markos 7:21-23,Yuhanna 3:19, Romalılar 8:7-8, 1. Korintliler 2:14, Efesliler 4:17-19, Efesliler 5:8, Titus 1:15)
- Günahkarlar, Ruh’un yeniden doğduran gücü aracılığıyla Tanrı’nın krallığına doğmadan önce, Şeytan’ın çocuklarıdırlar ve onun yönetimi altındadırlar. Günaha köledirler.(Yuhanna 8:44, Efesliler 2:1-2, 2.Timoteus 2:25-26, 1. Yuhanna 3:1, 1. Yuhanna 5:19, Yuhanna 8:34, Romalılar 6:20, Titus 3:3)
- Günahın egemenliği evrenseldir. Bütün insanlar günahın gücü altındadırlar. Bunun sonucu olarak kimse, bir tek kişi bile doğru değildir!( Tarihler 6:36, Mezmur 130:3, Mezmur 143:2, Süleyman’ın Meselleri 20:9, Vaiz 7:20, Vaiz 7:29, Yeşaya 53:6, Yeşaya 64:6, Romalılar 3:9-12, Yakup 3: 2-8, 1. Yuhanna 1:8-10)
- Ölü konumlarında bırakılan insanlar kendi kendilerine tövbe edemezler, müjdeye iman edemez ve Mesih’e gelemezler. Kendi doğalarını değiştirmek ya da kendilerini kurtuluşa hazırlamak için hiçbir güce sahip değildirler.(Eyüp 14:4, Yeremya 13:23, Matta 7:16-18, Matta 12:33, Yuhanna 6:44, Yuhanna 6:65, Romalılar 11:35-36, Korintliler 2:14, 1.Korintliler 4:7, 2Korintliler 3:5)
2.ŞARTSIZ SEÇİM
Romalılar 8:29, 30
Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun. Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve akladıklarını yüceltti.
Kaderi ifade etmek için İngilizcede kullanılan “önceden belirlemek”Predestination kelimesi, geniş anlamıyla kader, akıl sahibi varlıkları, nihai amaçlarına, yani ebedi yaşama ulaştırmak için Tanrı’nın tasarladığı planı ifade ederken, dar anlamıyla Tanrı’nın, kurtuluşa erişecek olanları ezelde seçmesi anlamına gelmektedir. Tanrı’nın ezelde yapmış olduğu seçimini ifade eden dar anlamıyla kullanımında da iki anlayış ortaya çıkmıştır. “Tek yönlü kader anlayışı” (single predestination) olarak ifade edilen birinci yaklaşıma göre, Tanrı ezelde sadece kurtuluşa erişecek insanları belirlemiş; diğerleri hakkında bir hüküm vermemiştir. “İki yönlü kader” (double predestinaton) anlayışında ise, Tanrı seçilmişlerin yanı sıra, lanetlileri de belirlemiştir. Başka bir deyişle, hem kimlerin kurtuluşa erişeceklerini hem de kimlerin kurtuluştan mahrum kalacaklarını belirlemiştir. Kurtuluş için seçtiklerine, bu yola ulaştıracak vasıtalar; cezalandırmak üzere seçtiklerine de onları bu yola sevk edecek vasıtalar planlamış ve göndermiştir.
İnsanın irade özgürlüğüne sahip olduğunu savunan Pelagius’a (M.S. 360–418) göre, asli günaha rağmen kişi, iyi ve doğru davranışları yapma potansiyeline sahiptir. Tanrı’nın lütfu ve kurtuluş, kişinin yapacağı iyi ve doğru davranışlara bağlıdır. Pelagius’a göre, Adem’in işlediği ilk günah, sadece onu etkiler ve sonraki nesillere geçmez. Asli günahla insanların ölümlü olmaları arasında bir bağ yoktur; ölümlü olmak insan doğasının bir gereğidir. Dolayısıyla, genel hıristiyan kabulünün aksine, dünyaya gelen her bebek, asli günahın etkisi altında olmadığı için, bebeklerin vaftizi anlamsızdır ve bebekken ölenler vaftiz olmasalar bile doğrudan cennete giderler. Pelagius’a karşı Augustine, asli günahın bütün insanları etkilediğini ve asli günahın tesiriyle insanların iyi ve doğru davranışları yapma yetisinden mahrum kaldıklarını iddia etmiştir. İnsanın kurtuluşu ancak Tanrı’nın lütfuna mazhar olmakla gerçekleşebilir. Tanrı, kimlere ilahi lütfunu vereceğini ezelde belirlemiştir. Tanrı’nın bu seçimi, insanların bu dünyada yapacakları iyi davranışlara bağlı değildir. Öte yandan, Tanrı, seçtikleri dışında kalan insanları oldukları hal üzere bırakmıştır. Bu görüşleriyle Augustine tek yönlü bir kader anlayışının temsilcisi olarak görülmektedir.
John Calvin, Augustine’in düşüncesini daha da ileri götürerek, iki yönlü kader anlayışını savunmuştur. Sadece seçilmişlerin değil, aynı zamanda lanetlilerin de ezelde ilahi kararla belirlendiği anlamına gelen iki yönlü kader (double predestination) anlayışı aslında ilk olarak Calvin’in dile getirdiği bir düşünce değildir. Calvin’den asırlar önce, Sakson keşiş Gottschalk (ö. 869) da benzer bir görüşü savunmuş ve kilise onun görüşlerinin bâtıl olduğunu açıklamıştır.
Kader ile ilgili tartışmaların temelinde Adem’in işlediği ilk günahla ilgili düşünceleri bulunmaktadır. Adem, kendi hür iradesiyle bir günah işlemiş ve Tanrı işlenen bu günaha bir ceza mı takdir etmiştir; yoksa Tanrı ilk insanın günaha düşmesini kader olarak önceden belirlemiş midir? Soruyu başka bir şekilde sormak gerekirse, Tanrı, Adem’in günah işlemesine izin mi vermiştir; yoksa bu günahın işlenmesini mi takdir ve irade mi etmiştir? Calvin’e göre, eğer “İlk insanın özgür iradesi vardı ve kendi kaderini belirledi; Tanrı da ona hak ettiği şekliyle muamele etti” gibi bir iddia kabul edilirse, bu durumda, Tanrı’nın mutlak gücünden bahsedilemez. Tanrı’nın, yaratılanların en şereflisini belirsiz bir sona terk etmiş olduğu sonucu ortaya çıkar. Oysa, Tanrı mutlak gücüyle kendi gizli planına uygun olarak her şeyi düzenlemektedir. Calvin, insanların kurtuluştan mahrum bırakılmalarını, insan olarak doğalarından kaynaklanan bir durum değil, ilk insanın işlediği günahın etkisi olarak açıklamaktadır.Hritiyan incili’nde bu durum şu ifade ile belirtilir:
Romalılar 5:12 Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.
Calvin’e göre insan yaratılmadan önce, onu nasıl bir geleceğin beklediğini Tanrı’nın önceden bilmemesi düşünülemez. Dolayısıyla Tanrı, olacak her şeyi hikmetiyle bilir ve gücüyle kontrol edip yönetir. Reform düşüncesinin bir diğer temsilcisi Martin Luther de, Tanrı’nın, Adem’in işleyeceği ilk günahı önceden bildiğini ve buna izin verdiğini savunur.
Katoliklikten farklı olarak, Protestanlıkta insanın, asli günahla birlikte tam bir yetersizlik içinde olduğu kabul edilmektedir. Asli günahın laneti altındaki insanın, Tanrı’yı sevmesi veya kurtuluşu sağlayacak bir davranış sergilemesi mümkün değildir. Katolik inancına göre, asli günah, insanın, mükemmel bir şekilde yaratılan doğasından ve ilk mutluluk durumundan uzaklaşması anlamına gelir. Bununla birlikte, insan doğasının tamamen bozulduğu; hakikate ulaşamaz ya da iyilik yapamaz durumda olduğu kabul edilmez. Asli günahın tesiriyle insan ölümün tesiri altına girmiş ve günaha eğilimli hale gelmiştir. Katoliklere göre, kendilerinin savunduğu asli günah anlayışı, kurtuluşu tamamen insanın eylemlerine bağlayan Pelagius ile kurtuluşun sadece imanla gerçekleşeceğini, iyi davranışların kurtuluşta etkili olmadığını iddia eden Reform düşüncesi arasında yer almaktadır. Protestanlık içerisinde insanın tam bir yetersizlik içinde olduğu söylenirken, bununla, bütün insanların eşit şekilde kötü oldukları, insanın mümkün olan en kötü durumda bulunduğu, hiçbir iyilik yapamayacağı, insan doğasının bizzat kötü olduğu kastedilmemektedir. Asli günahın etkisi altındaki insan, kendi kurtuluşu ile ilgili meselelerde iyi ve kötü olan arasında seçim yapabilecek durumda değildir; o, ancak kötü ile daha kötü arasında tercih yapabilir. Her ne kadar bazen onun ahlâken iyi sayılabilecek davranışlar sergilediği görülse de, bu iyi davranışlar, onun kurtuluşuna katkı sağlayacak türden değildir; çünkü bu iyi davranışları yapmaya onu sevk eden motivasyon ve niyeti tamamen kötüdür. Söz gelimi, asli günahın tesiri altındaki bir insanın, ailesini sevdiği, iyi bir vatandaş olduğu veya bir hastanenin yapılması için çok para verdiği görülebilir. Ancak bu davranışları İsa adına yapmış değildir. Bu nedenle, yaptığı iyi davranışlarda, iyiliklerini yok edecek temel bir kusuru var demektir. Niyetin bozuk/eksik olmasından kaynaklanan bu kusur, onu kurtuluşa erişmekten, hatta kurtuluşu arzu etmekten alıkoymaktadır. Martin Luther’e göre, seçilmişlikten mahrum olanlar sadece insani alanda ahlaki davranışlar yapabilirler. Meselâ, bu insanların iyi bir eş, iyi bir baba, dürüst bir vatandaş veya âdil bir hâkim olduğu görülebilir. Ancak tanrısal alanda bütün insanlar asli günahın tesiriyle suçlu ve kusurludur. Dolayısıyla, Protestanlık söz konusu olduğunda, insan, kendi yetileriyle ne kaderi hakkında kesin ve güvenilir bilgilere sahip olabilir ne de kendisini kurtuluşa götürecek davranışları yapabilir. İnsan, sadece kendi yetilerine dayandığı ve güvendiği sürece, her iki konuda da tam bir eksiklik ve yoksunluk hali içinde bocalamaya mahkumdur.
Yaratılış 1:31 Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
Ayetinde ifade edildiği gibi, Tanrı, insanı mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Ancak ilk günahının sonucu olarak, insanın tüm nesli yıkıma ve ölüme, yani kurtuluştan mahrum kalmaya mahkûm edilmiştir. Calvin’e göre, Tanrı’nın bazı insanları ezelde seçmemesinin nedenini bu açıklamada aramak gerekir; yoksa Tanrı’nın kaderindeki gizli ve asla anlaşılamaz gerekçeleri araştırmak bize bir yarar sağlamayacaktır.
Asli günahın tesiriyle mükemmel doğasından uzaklaşan insanoğlu, kendisini kurtuluşa eriştirecek eylemleri yapma konusunda tam bir eksiklik ve yetersizlik içinde bulunduğu için, kurtuluşu da sadece Tanrı’nın sorgulanamaz seçimine bağlı olmaktadır.
Calvin, Kutsal Kitap’ın bütün insanlara duyurulamadığını, hatta Kutsal Kitap’la muhatap olanlar arasında bile ona inanan ve inanmayanların bulunduğunu görmüştür. Elbette inanan bir insan olarak Calvin, kutsal metinlerin herkese ulaşmamasını ve bu metinleri duyan herkesin de inanmamasını, bu konuda Tanrı’nın yeterli kudreti olmadığına bağlamayacaktır. Burada başka bir açıklama, başka bir hikmet aranmalıdır. Calvin’e göre bu açıklama; Tanrı’nın ezelde bazı insanları kurtulmak, bazılarını da cezaya çarptırılmak üzere seçmesinde saklıdır. Kendisine kutsal metinler ulaşmamış veya kutsal metinleri işittiği halde inanmayan insanlar, ezelde kurtuluştan mahrum bırakılanlardır. Kurtuluştan mahrum kaldıkları için kutsal metinler bu insanlar üzerinde etkisini göstermemiştir. O halde, Calvin’in düşünce sisteminde kader, Tanrı’nın ezelde bazı insanları kurtulmak, bazılarını ise cezalandırmak için seçip belirlemesi, yani takdir etmesidir.
Adem’in günahından ötürü, soyundan gelenler dünyaya suçlu ve kayıp günahkarlar olarak gelirler. Düşmüş yaratıklar olarak, Yaradanları’yla paydaşlık etme konusunda hiçbir arzuları yoktur. Tanrı, kutsal, adil ve iyi, halbuki onlar günahlı, sapkın ve yozdurlar. Kendi kararlarına bırakılırlarsa bu dünyanın tanrısını izlemeleri ve babaları Şeytan’ın isteğini yapmaları kaçınılmazdır. Bunun sonucu olarak, insanlar göklerin Tanrısı’yla olan bağlarını kesmiş ve O’nun sevgisi ve kayrası üzerindeki bütün haklarından vazgeçmişlerdir. Tanrı’nın bütün insanları günahlarında ve bedbaht durumlarında bırakıp hiçbirine merhamet etmemesi tamamiyle adil olurdu. Tanrı’nın kimse için kurtuluş sağlama mecburiyeti yoktu. Kutsal Kitap, seçilmişlik doktrinini bu çerçeve içinde vermektedir.
Seçilmişlik doktrini Tanrı’nın, hak edilmemiş kayrasının hedefleri olmak üzere Adem’in düşmüş soyundan bazı bireyleri dünyanın kuruluşundan önce seçtiğini bildirir. Tanrı’nın kurtarmayı amaçlamış oldukları bunlar ve sadece bunlardır. Tanrı bütün insanları kurtarmayı seçebilirdi (çünkü bunu yapma gücü ve yetkisi vardır) veya hiçbirini kurtarmamayı seçebilirdi (çünkü hiçbirine merhamet gösterme sorumluluğunu taşımıyordu) ama bunların ikisini de yapmadı. Bunun yerine bazılarını kurtarmayı ve diğerlerini bunun dışında bırakmayı seçti. Belirli günahlıları sonsuzluktan beri kurtuluşa seçmesinin nedeni, seçilmiş olanların herhangi bir şey yapacaklarını ya da belirli bir karşılık vereceklerini önceden görmüş olması değildi. Bunu tamamiyle Kendi isteğinden ve egemen iradesinden ötürü yapmıştı. Bu seçim, insanın yapacağı herhangi bir şeyle belirlenmemişti ve buna bağlı değildi. Tamamiyle, Tanrı’nın Kendisinin belirlemiş olduğu amacının sonucuydu.
Kurtuluşa seçilmemiş olanlar, kendi kötü oyunlarına ve seçimlerine terkedilmişti. Yaratığın, herkesi kurtuluşa seçmediğinden ötürü Yaratıcı’nın adaletini sorgulama hakkı yoktur. Yeryüzünün Yargıcı’nın doğruyu yaptığını bilmek yeterlidir. Ancak, şu da unutulmamalıdır ki, eğer Tanrı Kendisi için bir halk seçmemiş olsaydı ve Kendi arzusuyla hükümdar olarak onlar için kurtuluş sağlamaya karar vermiş olmasa ve bunu onlara vermemiş olsaydı hiç kimse kurtulmayacaktı. Bunu, bazılarını dışarda bırakarak bazıları için yapmış olması dışarıda bırakılanlar için hiçbir şekilde adillikten uzak değildir. Bunu ancak, Tanrı’nın günahkarlar için kurtuluş sağlama mecburiyetinde olduğunu söyleyerek söyleyebilirsiniz ki bu Kutsal Kitap’ın tamamiyle reddettiği bir düşüncedir.
Seçilmişlik doktrinine, sadece insanın bozulmuşluğu ve suçluluğu ışığında bakılmalıdır ama sonsuz antlaşma ya da Tanrılığın üyeleri arasında yapılmış olan anlaşmayla bağlantılı olarak etüt edilmelidir. Çünkü Baba, bu antlaşmayı yerine getirerek kayıp günahkarlardan oluşmuş bir dünyadan belirli sayıda bireyleri seçmiş ve onları Kendi halkı olmaları için Oğul’a vermiştir. Oğul, bu sözleşmenin şartlarına göre, Baba tarafından “seçilmiş” ve Kendisine “verilmiş” olan bu kişileri kurtarmak için gereken her şeyi yapmayı kabul etti. Bu antlaşmayı yerine getirmekte Ruh’a düşen, Oğul tarafından kendileri için güvenceye alınan kurtuluşu seçilmişlere uygulamaktı.
Öyleyse seçilmişlik, Birde Üç olan Tanrı’nın kurtarma amacının önemli bir yönü olmakla birlikte sadece bir yönüdür ve bu yüzden kurtuluş olarak görülmemelidir. Çünkü seçilmişlik kendi başına hiç kimseyi kurtarmamıştır; yapmış olduğu şey belirli kişileri kurtuluş için işaretlemekti. Bunun sonucu olarak, seçilmişlik doktrinlerinin insanın suçluluğu, kurtarılışı ve yeniden doğması doktrinlerinden ayrılmaması gerektir yoksa, çarpıtılıp yanlış sunulmuş olur. Yani, Baba’nın seçme işinin Kutsal Kitap’taki doğru dengesinde tutulup doğru bir şekilde anlaşılması gerekiyorsa, seçilmişleri kurtarmak için Kendisini vermiş olan Oğul’un kurtarıcı işiyle ve seçilmişleri Mesih’teki imana götüren Ruh’un yenileyici işiyle bağlantılanması gerekmektedir!
- Tanrı’nın seçilmiş bir halkı olduğunu, O’nun bu insanları önceden kurtuluşa ve böylece de sonsuz hayata belirlemiş olduğu gösteren genel bildiriler vardır.(Yasanın Tekrarı 10:14,15, Mezmur 33:12, Mezmur 65:4, Mezmur 106:5, Haggay 2:23, Matta 11:27, Matta 22:14, Matta 24:22,24,31, Luka 18:7, Romalılar 8:28-30, Romalılar 8:33, Romalılar 11:28, Koloseliler 3:12, 1.Selanikliler 5:9, Titus 1:1, 1.Petrus 1:1-2, 1. Petrus 2:8-9, Vahiy 17:14)
- Dünyanın kuruluşundan önce, Tanrı belirli bireyleri kurtarmak üzere seçmiştir. Seçimi, seçilmişlerin vereceği karşılığı ya da yapacaklarını önceden görmüş olmasıyla belirlenmemişti.
- Seçme işini Tanrı yapmıştır.(Markos 13:20, Selanikliler 1:4 ve II. Selanikliler 2:13)
- Tanrı’nın seçimi dünyanın kurulmasından önce yapılmıştır.(Efesliler 1:4, Selanikliler 2:13, II. Timoteus 1:9 , Vahiy 13:8 ve Vahiy 17:8)
- Tanrı kurtarmak için belirli bireyleri seçmiştir. Bu insanların isimleri dünya kurulmadan önce yaşam kitabına yazılmıştır.(Vahiy 13:8, Vahiy 17:8)
- Tanrı’nın seçimi, seçtiklerinin elde edeceği önceden görülen herhangi bir hakkı ya da onlar tarafından yapılacak herhangi bir iyi işi önceden görmesini temel almıyordu.(Romalılar 9:11-13, Romalılar 9:16, Romalılar 10:20, Korintliler 1:27-30, 2.Timoteus 1.9)
- İyi işler, seçilmişliğin nedeni değil, sonucudur.(Efesliler 1:12, Yuhanna 15:16)
- Tanrı’nın seçimi önceden görmüş olduğu imanı temel almıyordu. İman sonuçtur ve bu yüzden de Tanrı’nın seçiminin kanıtıdır. İman, seçimin nedeni ya da temeli değil, sonucudur.(Elçilerin işleri 13:4, Elçilerin işleri 18.27, Filipililer 1:29, Filipililer 2:12-13, Selanikliler 1:4-5, 2.Selanikliler 2:13-14, Yakup 2:5)
- Kişinin çağrısı ve seçimini onaylamasının yolu iman ve iyi işlerdir.(Petrus 1:5-11)
- Seçilme, kurtuluş değildir ama kurtuluşa götürür (bunun anlamı, seçilmenin kurtuluşla aynı şey olmadığıdır. Seçilme, Tanrı’nın dünyanın kuruluşundan önce seçimidir ve bu tarihin belirli bir zamanında kurtuluşu getirir. A.B.D.’de başkan seçilen kişinin törenle göreve başlayana kadar A.B.D.’nin başkanı olmadığı gibi, kurtuluş için seçilenler de Ruh tarafından yeniden doğmaları sağlanana ve Mesih’te imanla aklanana dek kurtulmuş değildirler.) (Romalılar 11:7, 2.Timoteus 2:10, Elçilerin İşleri 13:48 ; I. Selanikliler 1:4, II. Selanikliler 2:13-14)
11.Seçilmişlik, Yüce Tanrı’nın egemen ve ayıran merhametini temel alır. Hangi günahkarlara merhamet gösterilip kurtarılacaklarını belirleyen insanın değil, Tanrı’nın iradesiydi. (Çıkış 33:19, Yasanın Tekrarı 7:6-7, Matta 20:15, Romalılar 9:10-24, Romalılar 11:33-36, Efesliler 1:5)
- Seçilmişlik doktrini, Kutsal Kitap’taki Tanrı’nın mutlak hükümdarlığı konusundaki çok daha geniş doktrinin sadece bir parçasıdır. Kutsal Kitap, sadece Tanrı’nın belirli bireyleri sonsuz yaşama önceden belirlediğini öğretmekle kalmaz aynı zamanda küçük, büyük bütün olaylar Tanrı’nın sonsuz buyruğunun sonucu olarak gerçekleşirler. Rab, gökler ve yerleri tam bir hakimiyetle yönetir. O’nun sonsuz amacı dışında hiçbir şey gerçekleşmez.(1.Tarihler 29:10-12, Eyüp 42:1-2, Mezmur 115:3, Mezmur 135:6, Yeşaya 14:24-27, Yeşaya 46:9-11, Yeşaya 55:11, Yeremya 32:17, Daniel 4:35, Matta 19:26)
SEÇİLMİŞLER
Romalılar 9:6-7
İsrail soyundan gelenlerin hepsi İsrailli sayılmaz. İbrahim’in soyundan olsalar bile, hepsi onun çocukları değildir.
Örneğin, Esav daha önce doğduğu halde, ilk doğum hakkı Yakup’a verilmiştir. Yakup’un seçilip Esav’ın mahrum bırakılmasının nedeni nedir? Çocuklar henüz doğmamış, iyi ya da kötü bir şey yapmamışken, Tanrı Rebeka’ya, “Büyüğü küçüğüne hizmet edecek.” (Yaratılış 25:23) demiştir. Pavlus’a göre bunnun edeni şudur: “Öyle ki, Tanrı’nın seçim yapmaktaki amacı yapılan işlere değil, kendi çağrısına dayanarak sürsün” (Romalılar 9:12)
Calvin, Pavlus’un bu cümlesinden bazı sonuçlar çıkarmaktadır. Birincisi, Tanrı, seçilmiş İsrailoğulları arasında yeni bir seçim daha yapmakta ve bazılarını seçilmişlikten mahrum bırakmaktadır. Tanrı’nın seçiminde insanların ileride yapacakları iyi davranışların bir etkisi olmamaktadır. “Demek ki bu, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı’nın merhametine bağlıdır.“ (Romalılar 9:16)
O halde kurtuluş, kişinin istemesine ve gayretine bağlanamaz.
Calvin, bazı kimselerin seçilmesi ile Tanrı’nın bazı kimselerin iyilik yapacaklarını önceden bilmesinin birbirinden farklı olduğunu düşünmekte ve burada söz konusu olan seçimin tamamen Tanrı’nın mutlak iradesi ve amacıyla açıklanması gerektiği hususunda ısrar etmektedir. Dolayısıyla, Calvin’e göre seçilmişlik, bazı insanların iyilik yapacağını Tanrı’nın bilip seçmesi veya iradesini kötülük yönünde kullanacak olan insanları önceden bilerek onları ezelde mahkûm etmesi değildir. Başka bir deyişle, seçilmişlik ile Tanrı’nın ezeli bilgisi farklı şeylerdir.
Pavlus’un “O kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti” (Efesliler 1:4) şeklindeki cümlesi de, Calvin’e göre, seçilmiş olmada kişilerin herhangi bir etkisinin olmadığını vurgulamaktadır. O halde, seçilmişler, böyle büyük bir mükemmelliğe kendi yaptıklarıyla erişmiş değillerdir.
Başka bir cümlesinde Pavlus bu durumu daha net bir şekilde dile getirmektedir:
“Tanrı bizi yaptıklarımıza göre değil, kendi amacına ve lütfuna göre kurtarıp kutsal bir yaşama çağırdı. Bu lütuf bize zamanın başlangıcından önce Mesih İsa’da bağışlanmış, şimdi de O’nun gelişiyle açığa çıkarılmıştır.” (Timoteos 1:9
“Dindar kimsenin kutsallığı, seçilmiş olmasından gelir” cümlesi ile “kişi, yapıp ettikleri nedeniyle seçilmişler arasına girer” cümlesinin birbiriyle asla uyuşmadığını fark etmek gerekir. Pavlus, seçilmişliği ilahi bir lütuf olarak görmektedir.
Öyle ki, sevgili Oğlu’nda bize bağışladığı yüce lütfu övülsün. (Efesliler 1:6)
Calvin, seçilmişliğin tamamen karşılıksız verildiği takdirde ilahi bir lütuf olarak adlandırılabileceğini belirtir. Eğer insanın yapacağı iyi davranışlara bakılarak seçilmişler belirlenecekse, burada ilahi bir lütuftan söz edilmesi mümkün olmaz. Calvin, İsa Mesih’in, “Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim” (Yuhanna 15:16) sözünü bu bağlamda değerlendirmektedir. İsa Mesih, bu cümlesiyle elçilerinin geçmişte yaptıkları iyi davranışları bir kenara attığı gibi, onlarda seçilmiş olmayı sağlayabilecek herhangi bir özelliğin de bulunmadığını da ifade etmektedir. Seçilme ile insanların yaptıkları iyi davranışlar arasındaki ilişki konusunda Katolik ve Protestan mezhepler arasında görüş ayrılığı bulunmaktadır. Yukarıda da değinildiği gibi, Protestanlar seçilme ve kurtuluş konusunda iyi davranışların hiçbir etkisinin olmayacağına inanmaktadırlar. Katolikler ise, kurtuluşa erişeceklerin seçiminde Tanrı’nın karşılıksız bir insiyatife sahip olduğunu kabul etmekle birlikte, insanın iyi davranışlarının bu süreci tamamladığını savunmaktadır. Hiç kimse dine dönmek için Tanrı’nın ihsan ettiği ilk lütfu hak edemez. Yapılan iyi işler, Tanrı’nın verdiği bu ilk lütfu büyütür. Bk. Katolik Kilisesi Din ve Ahlâk İlkeleri, s. 464-470.
Tanrı’nın kurtuluşa erişecekleri ezelde ve koşulsuz olarak belirlemesi, Reform düşüncesinin en önemli inanç esaslarından birini oluşturmaktadır. Asli günahın tesiriyle insan, Tanrı’yı bulma ve kurtuluşa erişme konusunda tam bir ehliyetsizlik ve yetersizlik içindedir ve bunun doğal sonucu olarak kurtuluş insanın yapıp etmelerine değil, Tanrı’nın özgür seçimine bağlı olacaktır. İnsanın bu dünya hayatında yapıp ettikleri kurtuluşun nedeni olarak görülmemekte; bilakis kurtuluşun sonucu ve meyveleri olarak değerlendirilmektedir:
“Tanrı, muhtemel her olasılıkta meydana gelebilecek her şeyi bilir. Bununla birlikte, gelecekte olacağını bildiği şeylere bakarak herhangi bir karar vermez.” “Tanrı’nın buyruklarına itaat edilerek yapılan iyi davranışlar, gerçek ve canlı bir imanın meyveleri ve kanıtlarıdır.” “İyi davranışlar sergileyebilmek, insanlardan değil, tamamen Mesih’in Ruhu’ndan kaynaklanan bir durumdur.” Westminster İnanç Açıklaması
Protestan düşüncesinde iyi davranışlar, kişinin seçildiğini gösteren işaretlerdir. Reformculara göre, insanın dünya hayatında sergileyeceği iyi davranışları kurtuluşun nedeni haline getirmek, Tanrı’nın niyet ve amacını ezeli olmaktan çıkarıp zaman içinde gerçekleşen bir eyleme dönüştürecektir. Dolayısıyla, böyle bir düşünce, önceden belirleme (pre-destination/kader) olarak değil; olsa olsa sonradan belirleme (post-determination) şeklinde adlandırılabilir ve insanın hiçbir faziletinden dolayı değil, dünya yaratılmadan önce seçildiğini açıklayan Hristiyan İncili öğretisiyle ( Efesliler 1:4; Yuhanna 15:16; Titus 3:5; II. Timoteos 1:9) de çelişir.
İnsan iman ettiği için kurtulmaz; kurtuluşa erişme ayrıcalığı kazandığı için iman eder. İnsan iyi bir kimse olduğu için değil; iyi bir kimse olabilmesi için seçilir. Buradan iyi davranış sergilemenin önemsiz olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Her ne kadar kurtuluşun nedeni olmasa da, iyi davranışlar imanın ve kurtuluşun meyveleri ve kanıtları olarak gereklidir. İyi davranışlar imana o kadar bağlıdır ki, onlar olmadan gerçek bir imandan söz edilemez. Bunun tersini söylemek de mümkündür: İman olmadan tam anlamıyla iyi bir davranış gerçekleşemez. İyi davranışlar sergilediği için kurtuluşa erişmez; kurtuluşa eriştiği için iman eder ve iyi davranış yapmaktan uzak duramaz.
Seçilmişlik doktrini ile insanın sorumluluğu arasındaki ilişki nasıldır?
Tanrı, insanların ileride yapacakları iyi veya kötü davranışlara göre hareket etmiyor ve salt kendi özgür tercihiyle kimleri seçeceğine karar veriyorsa, insanın sorumluluğu ortadan kalkmakta mıdır? Madem ki Tanrı’nın iradesiyle insan bu şekilde yaratılmış ve dünya hayatında yaptıklarını Tanrı yapmaktadır, o halde, karşı gelemeyip yaptıkları için suçlanması bir haksızlık değil midir? Calvin’e göre Tanrı, kimi insanları daha ana rahmindeyken seçilmişlikten mahrum bırakarak kendi gücünü ve yüceliğini gösterir. Calvin, bazı teologların “Tanrı, kimi insanların gelecekte kötülük yapacaklarını ezelde bildiği/gördüğü için, bu kimseleri seçilmişlikten mahrum bırakmıştır. Dolayısıyla Tanrı’nın bu ezeli seçimi, insan üzerinde bir zorunluluk doğurmaz” diyerek bu meseleye çözüm bulmaya çalıştıklarını ifade etmektedir. Calvin’e göre, eğer Tanrı olacak olayları ezelde biliyor, ama kendi kararlarıyla bu olaylara müdahale etmiyor ve onları kontrol altında tutmuyor” denilirse, o zaman Tanrı’nın bilgisinin, bu olayların gerçekleşmesiyle hiçbir ilgisinin olmadığı kabul edilmiş olur. Hâlbuki Calvin’e göre, Tanrı, gelecekteki olayları, onların meydana gelmesine karar verdiği için bilir.
Seçilmişlik doktrini ve insanın sorumluluğu arasında çözülmesi gereken en büyük zorluklardan biri, seçilmişliğin insanın sahip olduğu faziletlere ve yapacağı iyi işlere göre değil, Tanrı’nın karşılıksız ve özgür seçimine göre belirlenmesi nedeniyle, bu dünyada yapılacak olan iyi davranışların önemini kaybedecektir. Başka bir deyişle, eğer Tanrı bir kimseyi ezelde hiçbir koşula bağlı kalmadan seçmişse, bu kişi dünya hayatında iyi işler yapmaya gereksinim duymayacak ve arzularının sürüklediği yöne kendisini bırakacaktır. Tanrı bir kimseyi seçmişse, her halükârda onu kurtuluşa eriştirecektir.
Bu sorunun çözümünde Calvin, Kutsal Kitap öğretilerine karşı mütevazı ve saygılı olunması gereğine vurgu yapmaktadır. Kutsal Kitap, insanların küstahlığını arttırmak için bir kader öğretisi sunmaz; aksine, Tanrı’nın yargısı karşısında insanın titreyip korkması ve onun merhametine saygı göstermesini ister. Seçilmiş olduğunu varsayarak işlediği günahlardan korkmamak ve günahların seçilmiş olma ayrıcalığına engel olmayacağını düşünmek doğru değildir. Seçilen insanlar, amaçlarına ulaşabilmek için, kutsal ve kusursuz bir hayat sürmelidirler.
“O kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti” (Efesliler 1:4)
Dolayısıyla, seçilmiş olmak ayrıcalığı, kişiyi gevşetmemeli, bilakis daha güzel bir yaşam sürmeye sevk etmelidir.
Peki, ezeli seçimde dışarıda bırakılan bir kişi, Tanrı’nın hoşnutluğunu kazanmak için günahlardan uzak, iyi bir yaşam sürse, bu kişinin durumu ne olacaktır? Calvin böyle bir durumun gerçekleşmesine ihtimal vermemektedir. Zira ona göre, seçilmişlik dairesinin dışında kalanlar, sürekli işleyecekleri günahlarla, Tanrı’nın öfkesini üzerlerine çekecekler ve Tanrı’nın onlar için verdiği hükmü teyit edeceklerdir. O halde, bir kimse günahlardan uzak, iyi bir yaşam sürüyorsa, bunun, o kişinin seçilmişliğini gösteren bir işaret olarak görülmesi gerekir.
Calvin iman ile seçilmişlik arasındaki ilişkiye de değinmektedir: İman, seçilmenin nedeni mi, sonucu mudur? Tanrı, gelecekte iman edeceğini bildiği insanları mı seçmektedir, yoksa Tanrı seçtiği için mi insan iman etmektedir? Eğer “Seçilmişlik, imanın sonucudur” denilirse, Calvin’e göre, bu, seçilmişlik durumunu şüpheli ve imanla teyit edilmedikçe etkili olmayan bir şey haline getirecektir. Dolayısıyla, seçilmişliğin ancak İncil’i kabul ettikten sonra etkili ve geçerli olacağını söylemek yanlıştır. Tanrı’nın lütfu, iyi işler yapan kimseleri bulup onlar üzerinde etkili olmaz; ilahi lütuf kişiyi iyi işler yapacak duruma yükseltir.
Calvin, Tanrı’nın insanlar arasında ayırım yapmadığını (Elçilerin İşleri 10:34; Romalılar 2:11; Galatyalılar 2:6; 3:28; Efesliler 6:9) gösteren Calvin, seçimin insanların sahip oldukları iyi özelliklere veya yapacakları iyi işlere göre gerçekleşmediğini; Tanrı’nın kendi iradesine göre bazı insanlardan hoşnut olup onları seçtiğini; diğerlerini ise dışarıda bıraktığını ifade etmektedir. Ayrıca, birtakım faziletlere sahip olma bakımından birbiriyle eşit olan iki kişiden biri seçilirken, diğerinin dışarıda bırakılması da seçimin Tanrı’nın özgür iradesinin bir sonucu olarak gerçekleştiğini göstermektedir.
Tanrı kimi insanları seçip kimilerini seçmediği zaman, herkese eşit ve âdil davranmış olmakta mıdır? Calvin, günahın genelliğini ve evrenselliğini savunur; bununla birlikte, Tanrı bu suçlular arasında bazılarına merhametini göstermiştir. “Neden hepsine merhamet etmiyor?” diye sorulursa, bu soruya Calvin, “Tanrı’nın, insanları cezalandırırken de kendisini âdil bir yargıç olarak gösterme hakkı vardır” şeklinde cevap vermektedir. Tanrı, günahkârlara hak ettikleri cezayı verir; kişisel gayretle kazanılmayacak olan ihsanını ve lütfunu ise tercih ettiği kişilere bahşeder. Bu konuda tamamen özgürdür. Borç veren kişinin kimi borçlunun borcunu affedip, kiminden de borcunu alma hakkı olduğu gibi, Tanrı da merhametiyle arzu ettiği kişilere ihsanını gönderir; âdil bir yargıç olması nedeniyle ihsanını herkese bahşetmez. Layık olmayan kimselere ihsanını göndermesi, onun özgür lütfudur; bunu herkese vermemesi ise hak edilen karşılığın alınması anlamına gelir. Ayrıca Hristiyan İncili’nde belirtildiği gibi,
Romalılar 11:35
“Kim Tanrı’ya bir şey verdi ki, Karşılığını O’ndan isteyebilsin?”
Tanrı’nın, lütufta bulunma konusunda kimseye borçlu olmadığı unutulmamalıdır.
Tanrı’nın ezeli tercihiyle kimi insanları kurtuluşa eriştirmesi, diğerlerini ise kurtuluştan mahrum bırakması O’nu bir despot haline getirmez mi? Calvin, burada Tanrı’nın iradesinin bütün varlıkların nedeni olmasına vurgu yapmaktadır. O’nun iradesi, iyilik ve doğruluğun en yüksek prensibi olduğuna göre, O’nun yaptığı her şeyin de doğru olması gerekir. “Tanrı neden böyle yaptı?” sorusuna, “çünkü O böyle olmasını arzu etti” şeklinde cevap verilir. Eğer daha ileri gidilerek “Tanrı neden böyle olmasını arzu etti?” diye sorulursa, bu, Tanrı’nın iradesinden daha büyük ve daha yüce olan başka bir şeyi araştırmak anlamına gelir ve böyle bir şey de yoktur.
Eğer seçilmişlere ayrıcalık, diğerlerine haksızlık yapıldığı düşünülürse, Calvin’in bu soruna da cevabı hazırdır. Tanrı; varlıkları insan, hayvan, bitki ve cansız varlıklar şeklinde farklı farklı yaratmıştır. Bir insanı, köpek veya eşek şeklinde değil de, kendi suretinde yaratan O’dur. Diğer varlıklar, niye insan olarak yaratılmadıkları konusunda Tanrı’yla bir tartışma içine giremeyeceği gibi, seçilmeyen insanların da neden seçilmediklerini sorgulama hakları yoktur. Günahla kirlenmiş olan insan, Tanrı’nın gözünde değersiz ve nefret duyulan bir varlık haline gelmiştir. O halde bazı kimselerin seçilmemesi, zorbaca bir karar değil, adaletin en iyi hükmüdür. Calvin, Tanrı’nın seçimine itiraz eden bu kişilere şu soruyu yöneltmektedir: Eğer Tanrı herkesi doğalarındaki bu kirlilik nedeniyle ölüme/lanetli olmaya mahkûm etseydi, kendilerine herhangi bir haksızlık yapıldığını iddia edebilecekler miydi? Bazı insanların kurtuluş dairesinin dışında kalmaları, bizzat kendi tabiatlarının durumundan kaynaklanmıştır; bu konuda Tanrı’yı suçlamalarının bir geçerliliği olamaz.
Calvin, seçilmişlik doktrininin pratikte işleyiş tarzını, seçilmişlerin çağrılması ve lanetlilerin körleştirilip kalplerinin katılaştırılması şeklinde açıklamaktadır. Bu doktrinde seçilenler, kişilerin fazileti veya iyi davranışına göre değil, Tanrı’nın önkoşulsuz tercihine göre belirlenmektedir.
Calvin, bu durumu açıklamak için,
Romalılar 8:29-30
Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun. Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve akladıklarını yüceltti.
ayetini sunar. O halde seçilmişlik; Tanrı’nın öngörüsüyle belirlemesi, belirlediklerini çağırması ve aklaması olarak üç aşamada gerçekleşmektedir.
“Aklanma ile kutsallaştırılma arasındaki fark şu şekilde ortaya konulmaktadır: Aklanmada Tanrı, kişiye Mesih’in doğruluğunu vermektedir. Kutsallaştırılmada Tanrı’nın Ruhu, kişinin içine lütfu yerleştirir ve kişiyi bu lütfu kullanabilecek hale getirir. Aklanmada günahlar bağışlanır; kutsallaştırılmada günah dizginlenir. Aklanma bu dünyada herkeste eşit ve mükemmel şekilde bulunur; tüm imanlıları Tanrı’nın intikam alıcı gazabından kurtarır ve inananların bu dünyada lanetliler arasına girmesini kesin bir şekilde engeller. Kutsallaştırılma herkeste eşit olarak bulunmaz ve bu dünyada mükemmel bir şekilde gerçekleşmez; sadece mükemmelliğe doğru ilerler” Westminster İnanç Açıklaması
Tanrı’nın ezelde belirlediği bu seçilmişler, “oğul olma” hakkı elde etmişlerdir.
Romalılar 8:15 “Çünkü sizi yeniden korkuya sürükleyecek kölelik ruhunu almadınız, oğulluk ruhunu aldınız”
Bununla birlikte, ancak dünya hayatında gerçek öğretiyi duyup Mesih’e iman ettiklerinde Kutsal Ruh bu seçilmişlerin durumunu garanti altına alıp mühürleyecektir.
Efesliler 1:13-14 Gerçeğin bildirisini, kurtuluşunuzun Müjdesi’ni duyup O’na iman ettiğinizde, siz de vaat edilen Kutsal Ruh’la O’nda mühürlendiniz. Ruh, Tanrı’nın yüceliğinin övülmesi için Tanrı’ya ait olanların kurtuluşuna dek mirasımızın güvencesidir.
Kısaca ifade etmek gerekirse, Protestanlık; insanları ebedi kurtuluşa erişenler ve ebedi cezaya/ölüme mahkûm olanlar şeklinde iki kısma ayıran ezeli ve ilahi bir kararın varlığını kabul etmektedir. İnsanların kurtuluşa erişmesi veya cezaya maruz bırakılmaları onların bu dünya hayatında yaptıkları iyi veya kötü davranışlardan kaynaklanmamaktadır. Bu tamamen Tanrı’nın hür iradesiyle verilmiş bir karardır. Asli günahtan dolayı insanlar zaten günahkâr ve tabiatı bozulmuş durumdadırlar. Dolayısıyla, bazı insanların ebedi cezaya mahkûm edilmeleri onlara yapılmış bir haksızlık değil, günahkârlığın doğal bir sonucudur:
Tanrı’nın hükmü doğrultusunda, O’nun yüceliğinin görülmesi için bazı insanlar ve melekler ebedi yaşama kavuşmak üzere önceden belirlenmiş; diğerleri ise ebedi ölüme mahkûm edilmiştir. Ebedi yaşama ve ebedi cezaya mahkûm edilenler, tek tek ve değişmez bir şekilde belirlenmiştir. Bunların sayısı belli ve kesindir; dolayısıyla sayılarında artma veya eksilme olmaz.
Tanrı, dünya yaratılmadan önce, ezeli ve değişmez amacına… göre, kurtuluşa eriştirdiği kimseleri, tamamen kendi lütfu ve sevgisiyle, kişilerin ileride sahip olacakları imana, yapacakları güzel işlere ya da onlardaki herhangi bir şeye bakmadan, İsa Mesih’te ebedi cennet için seçmiştir…
Tanrı, seçilmişleri yüceliğe kavuşturmak üzere önceden belirlediği gibi, iradesinin ebedi ve tamamen özgür amacıyla, [onları] bu amaca ulaştıracak araçları da önceden belirlemiştir. Böylece, Adem’de günaha düşen, ama yine de seçilmiş olanlar, Mesih’le kurtuluşa erişirler ve O’nun Ruhu aracılığıyla belirlenen zamanda Mesih’e iman etmeye etkin bir şekilde çağrılırlar. Onlar aklanırlar, oğulluğa alınırlar, kutsal kılınırlar ve iman aracılığıyla kurtuluşa erişmek üzere O’nun gücüyle korunurlar. Seçilmişlerin dışında başka hiç kimse Mesih tarafından kurtarılmaz, çağrılmaz, aklanmaz, oğulluğa alınmaz, kutsal kılınmaz ve kurtuluşa eriştirilmez.
3.BELİRLİ KURTARIŞ YA DA SINIRLI KEFARET
Yukarıda görüldüğü gibi, seçilmişlik kendi başına kimseyi kurtarmamıştır; sadece belirli günahlıları işaretlemiştir. Baba tarafından seçilen ve Oğul’a verilenlerin kurtulmaları için kurtarılmaları gerekmektedir. İsa Mesih, kurtuluşlarını güvenceye almak için dünyaya geldi ve Kendini halkıyla özdeşleştirmek ve onların yasal temsilcisi ya da yerlerini alan olarak hareket edebilmesi için insan doğasını üzerine aldı. Mesih halkının namına hareket ederken Tanrı’nın yasasını kusursuz olarak yerine getirdi ve böylece Kendisine iman ettikleri an, kendilerine mal edilen kusursuz doğruluğu oluşturdu. İsa’nın yaptığı aracılığıyla bu insanlar Tanrı’nın önünde doğru sayıldılar.
Ayrıca, Mesih’in kendileri için çektiği acılardan ötürü bütün suçluluk ve suçlanmadan özgür kılındılar. Onlar için kurban olması aracılığıyla onların günahlarının cezasına katlandı ve böylece onların suçluluğunu sonsuza dek kaldırdı. Bunun sonucu olarak, halkı imanla Kendisine katıldığında tamamen doğru sayılırlar ve bütün suçluluk ve suçlanmadan özgür kılınırlar. Kendi yapmış ya da yapacak oldukları bir şeyden ötürü değil sadece Mesih’in kurtarıcı işi temel alınarak kurtulmuşlardır.
Tarihsel ve anayol Kalvinizm’i, Mesih’in kurtarıcı işinin tasarı ve gerçekleştirimde kesin olduğunu belirli kesin günahlılara tam bir tatmin sağlamaya ve bu bireyler için kurtuluşu sağladığı ve başka kimse için bunu sağlamadığını tutarlı bir şekilde savunmuştur. Mesih’in halkı için hak ettiği kurtuluş, iman ve tövbe armağanları dahil kendilerini Tanrı’yla doğru bir ilişkiye getirmek için gereken her şeyi içerir. Mesih sadece Tanrı’nın günahkarları bağışlamasını sağlamak için ölmemişti. Tanrı, Mesih’in işinin etkin olup olmayacağının takdirini de günahkarlara bırakmaz. Tersine, Mesih’in kendileri için Kendisini kurban ettiği kişiler değişmez bir şekilde kurtulacaklardır. Bu yüzden kurtarılış, Tanrı’nın seçilmişlik amacını gerçekleştirmek üzere tasarlanmıştı.
Bütün Kalvinciler, Mesih’in itaatı ve acı çekmesinin sonsuz değeri olduğuna ve eğer Tanrı böyle istemiş olsaydı Mesih’in sağladığı tatminin bütün insanları kurtaracak olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Mesih’in dünya kurulduğundan beri yaşamış olan her erkek, her kadın ve çocuk için kurtuluşu güvenceye alması, sadece seçilmişler için kurtuluşu güvenceye almasının gerektirdiğinden daha fazla itaat ve daha büyük bir acı çekimi gerektirmezdi. Ama O dünyaya, sadece Baba tarafından Kendisine verilenleri temsil etmek ve onları kurtarmak için gelmişti. Böylece Mesih’in kurtarıcı işi, bazılarını kurtarmak ve diğerlerini kurtarmamak üzere sınırlıydı ama değeri konusunda sınırlı değildi çünkü sonsuz değeri vardır ve eğer Tanrı’nın tasarımı bu olsaydı herkes için kurtuluşu güvenceye alırdı.
Arminyus yanlılarının da Mesih’in kefaret işine koydukları bir sınırlama vardır ama bu epey farklı yapıda bir şeydir. Mesih’in kurtarıcı işinin bütün insanlar için iman etmeleri şartıyla kurtuluşu mümkün kılmak üzere tasarlandığını ama Mesih’in ölümünün tek başına hiç kimse için kurtuluşu güvenceye ve garantiye almadığını savunurlar.
Herkes Mesih’in kurtarıcı işinden ötürü kurtulmayacağından bir sınırlama olduğu itiraf edilmelidir. Ya kefaretin, bazı günahkarlar için kurtuluşu güvenceye almak üzere tasarlandığı ama diğerleri için almak üzere tasarlanmamış olmakla sınırlıydı ya da, kimse için kurtuluşu güvenceye almamış olmasıyla, sadece Tanrı’nın günahkarları iman etmeleri şartıyla bağışlamasını mümkün kılmak üzere tasarlanmış olmasıyla sınırlıydı. Yani kurtuluş tasarımı, ya kapsam (herkes için tasarlanmamıştı) ya da etkinlik (kimse için kurtuluşu garanti etmemişti) açısından sınırlıydı. Boettner’in gözlemlediği üzere, Kalvinci için kefaret, “ırmağın ta öbür tarafına kadar uzanan dar bir köprü gibidir. Arminyancı için, sadece ırmağın yarısına kadar uzanan büyük ve geniş bir köprü gibidir.”
1.Kutsal Kitap, tasarlanan ve Mesih’in işi tarafından gerçekleştirilen amacı, Tanrı halkının tam kurtuluşu (gerçek barışma, aklanma ve kutsanma) olarak tanımlar.
2.Kutsal Kitap, Mesih’in insanların kendi kendilerini kurtarmasını mümkün kılmak için değil, günahkarları kurtarmak için geldiğini bildirir.(Matta 1:21, Luka 19:10, 2.Korintliler 5:21, Galatyalılar 1:3-4, 1.Timoteus 1:15, Titus 2:14, 1.Petrus 3:18)
- Kutsal Kitap, Tanrı halkının Mesih’in yaptığı işin ve çektiği acıların sonucu olarak Tanrı’yla barıştığını ve kendilerine onları yeniden doğduran ve kutsal kılan Kutsal Ruh’un verildiğini bildirir. Bütün bu bereketler Mesih’in Kendisi tarafından halkı için güvenceye alınmıştır.
- Mesih, kurtarıcı işi aracılığıyla halkı için Tanrı’ylabarışmayı güvenceye almıştır. (Romalılar 5:10, 2.Korintliler 5:18-19,Efesliler 2:15-16, Koloseliler 1:21-22)
- Mesih, halkının aklanması için gereken doğruluk ve bağışlanmayı güvenceye almıştır.(Romalılar 3:24-25, Romalılar 5:8-9, Korintliler 1.30, Galatyalılar 3:13, Koloseliler 1: 13-14, İbraniler 9:12, 1.Petrus 2:24)
- Mesih, yeniden doğmak ve kutsal kılınmayı ve bunlarıniçerdiği her şeyi kapsayan Kutsal Ruh armağanını güvenceye almıştır. (Efesliler 1:3-4, Filipililer 1:29, Elçilerin işleri 5:31, Titus 2:14, Titus 3:5-6, Efesliler 5:25-26, Korintliler 1:30, İbraniler 9:14, İbraniler 13:12, 1.Yuhanna 1:7)
- Rab İsa Mesih’i, cennetsel Babası’yla dünya kurulmadan önce lütufkar anlaşma ya da düzenlemenin şartlarını yerine getiren bir şekilde gösterip halkı için yaptığı her şeyde ve çektiği acılarda sunan ayetler.
- İsa, Baba’nın Kendisine verdiği halkı kurtarmak için Baba tarafından dünyaya gönderilmişti. Baba tarafından Kendisine verilenler O’na gelirler (O’nu görüp O’na iman ederler) ve hiçbiri kaybolmayacaktır.(Yuhanna 6:35-40)
- İsa, İyi Çoban olarak hayatını koyunları için verir. “O’nun koyunları” olan herkes, Kendisi tarafından ağıla getirilirler, sesi Kendilerine işittirilir ve O’nu izlerler. Koyunları Mesih’e Baba’nın verdiğine dikkat edin.(Yuhanna 10:11,14-18, Yuhanna 10:24-29)
- İsa, başkahinsel duasında, dünya için değil Baba tarafından Kendisine verilenler için dua eder. Baba’nın buyruğunun yerine getirilişi olarak İsa, Baba’nın yapması için Kendisini göndermiş olduğu işi–Tanrı’yı halkına tanıtmak ve onlara sonsuz yaşam verme işini gerçekleştirmiştir.(Yuhanna 17:1-11 20,24-26)
- Pavlus, kutsalların miras aldığı, oğulluk, kurtarılış ve günahların bağışlanması vb. gibi işlerin “Mesih’te olma”larının sonucu olduğunu bildirir ve bu bereketlerin nihai kaynağının Tanrı’nın ezeli ve ebedi öğüdü olduğunu–dünyanın kuruluşundan önce Mesih’te seçilmişlikleri ve Kendisi aracılığıyla Tanrı’nın oğulları olmaya belirlenmişlikleri olan o büyük bereket olduğunu söyler.(Efesliler 1:3-12)
- Pavlus’un Adem’in suçlayan işi ve “ikinci adam” “son Adem” olan İsa Mesih’in kurtarıcı işi arasında oluşturduğu paralel, en iyi şekilde, her ikisinin de “halklarıyla” antlaşma ilişkisi içinde olduklarıyla açıklanabilir. (Adem, insanlığın federal başkanıydı ve Mesih de seçilmişlerin fedaral başkanıydı.) Adem, günahı aracılığıyla halkını ölüme ve suçlanmaya soktuğu gibi, Mesih de Kendi doğruluğu aracılığıyla halkına aklanma ve yaşam getirmiştir.(Romalılar 5:12,17-19)
- Bazı ayetler Mesih’in “bütün” insanlar için öldüğünden ve O’nun ölümünün “dünyayı” kurtardığından söz ederler, diğerleri ise O’nun ölümünün tasarımda kesin olduğundan ve belirli kişiler için ölmüş ve onlar için kurtuluşu güvenceye almış olduğundan söz ederler.
- Mesih’in kurtarıcı işinden genel anlamda söz eden iki sınıf metin vardır: a) “dünya” sözcüğünü içerenler:örneğin, Yuhanna 1:9, 29; 3:16, 17; 4:42; II. Korintliler 5:19; I. Yuhanna 2:1, 2, 4:14 ve b) “herkes” sözcüğünü içerenler: örneğin, Romalılar 5:18; II. Korintliler 5:14, 15; I. Timoteyus 2:4-6; İbraniler 2:9; II. Petrus 3:9.
Bu sözlerin kullanımının bir nedeni, kurtuluşun sadece Yahudiler için olduğu hakkındaki yanlış düşünceyi düzeltmekti. “Bütün insanlar,” “bütün uluslar,” “her yaratık” sözleri İncil yazarları tarafından bu yanlışı düzeltmek için kullanılmıştır. Bu sözler, Mesih’in hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlar için öldüğünü göstermek için kullanılmışlardı (örneğin, İsa hem Yahudiler ve hem de Yahudi olmayan uluslar için de aynı şekilde ölmüştür) ama bu sözler Mesih’in hiçbir istisna olmadan bütün insanlar için öldüğünü belirtmek için kullanılmamışlardır (örneğin, her bir kayıp günahlıyı ve bütün kayıp günahlıları kurtarmak amacıyla ölmemiştir).
- Mesih’in kurtarıcı işinden kesin sözlerle bahseden ve bunun belirli bir halkı yani Baba tarafından Kendisine verilenleri kesin bir şekilde kurtarma amaçlı olduğunu gösteren başka ayetler vardır.
4.RUH’UN ETKİN ÇAĞRISI YA DA KARŞI KONULMAZ LÜTUF
Üçlü Birliğin her üyesi, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh günahkarların kurtuluşu işine katılır ve katkıda bulunur. Yukarıda gösterildiği gibi, Baba, dünyanın kuruluşundan önce kurtulacak olanları belirledi ve Kendi halkı olmaları için Oğul’a verdi. Belirlenen zaman geldiğinde Oğul dünyaya geldi ve onların kurtuluşunu güvenceye aldı. Ama bu iki büyük iş–seçilme ve kurtarılma–kurtuluş işini tamamlamaz, çünkü Tanrı’nın kayıp günahkarları kurtarma işi, Mesih’in itaati ve ölümünün yararlarının seçilmişlere uygulandığı Kutsal Ruh’un yenileyici işini de kapsar. Karşı Konulmaz ya da Etkin Lütuf, kurtuluşun bu aşamasıyla (Ruh tarafından uyarlanışında) ilgilidir. Basitçe söylemek gerekirse, bu doktrin Kutsal Ruh’un Kendisinin kişisel olarak Mesih’e çağırdığı o günahkarlara kurtuluş getirme işinde her zaman başarıya ulaştığını savunur. Kurtarmayı niyet ettiği her günahlıya kurtuluşu kaçınılmaz bir şekilde uygular ve O’nun niyeti bütün seçilmişleri kurtarmaktır.
Müjde daveti, müjdenin mesajını işiten herkese bir kurtuluş çağrısı uzatır. Hiçbir ayrım yapmadan bütün insanları hayat suyundan içip yaşamaya davet eder. Tövbe edip iman eden herkese kurtuluş vaat eder. Ama hem seçilmişlere ve hem de seçilmemişlere yarı şekilde sunulan bu dışınsal genel çağrı, günahkarları Mesih’e getirmeyecektir. Neden? Çünkü insanlar yapı bakımından günahta ölüdürler ve günahın gücü altındadırlar. Kendi kendilerine kötü yollarını bırakıp merhameti için Mesih’e dönme gücüne sahip değildirler ve bunu yapmayı da istemezler. Bunun sonucu olarak, yeniden doğmamış kişiler müjdenin çağrısına tövbe ve imanla karşılık vermezler. Hiçbir dışınsal tehdit ya da vaat, kör, sağır, ölü, asi günahkarların Mesih’i Rab olarak kabul edip önünde eğilmelerine ve kurtuluş için sadece O’na bakmalarına neden olamaz. Böylesi bir iman etkinliği ve teslimiyet, kayıp insanın doğasına aykırıdır.
Bu yüzden, Kutsal Ruh, Tanrı’nın seçilmişlerini kurtuluşa getirmek için, onlara müjde mesajının içerdiği dışınsal çağrıya ek olarak özel bir içinsel çağrı uzatır. Bu özel çağrı aracılığıyla Kutsal Ruh, günahlının içinde, kendisini kaçınılmaz bir şekilde Mesih’te imana getiren bir lütuf işi gerçekleştirir. Seçilmiş günahlının içinde gerçekleşen içinsel değişiklik onun ruhsal gerçeği anlamaya ve inanmasına yardım eder; ruhsal alanda kendisine gören bir göz ve işiten bir kulak verilir. Ruh onun içinde yeni bir yürek ya da yeni bir doğa yaratır. Bu, günahlının Tanrı çocuğu yapıldığı ve kendisine ruhsal yaşam verildiği yeniden doğuş aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu süreç aracılığıyla isteği ve iradesi yenilenir böylece günahlı kendi özgür seçimiyle hemen Mesih’e iman eder. Kendisine yeni bir doğa verilmiş olduğundan doğruluğu sever ve kafası aydınlanmış olduğundan Kutsal Kitab’ın içerdiği müjdeyi anlar ve ona iman eden yenilenmiş günahlı özgürce ve isteyerek Rabbi ve Kurtarıcısı olarak Mesih’e iman eder.
Böylece bir zamanlar ölü olan günahlı, yeniden doğuş yoluyla kendisini canlı kılan ve içinde iman ve tövbe yaratan Ruh’un içinsel, doğaüstü çağrısı aracılığıyla Mesih’e çekilir.
Müjdenin genel dışınsal çağrısı reddedilebileceği ve sık sık da reddedildiği gibi, Ruh’un özel içinsel çağrısı, bu çağrının yapıldığı kişilerin Mesih’e iman etmelerini sağlamakta hiçbir zaman başarısızlığa uğramaz. Bu özel çağrı bütün günahkarlara yapılmaz, sadece çağrılmışlara yapılır! Ruh, onları Mesih’e getirme işinde başarıya ulaşmak için hiçbir şekilde onların yardımı ya da işbirliğine bağımlı değildir. Kalvinciler’in Ruh’un günahkarları kurtarmaktaki çağrısı ve Tanrı’nın lütfundan “etkin,” “yenilmez” ya da “karşı konulamaz” diye söz etmelerinin nedeni budur. Çünkü Kutsal Ruh’un seçilmişlere verdiği lütuf çarpıtılamaz ve reddedilemez, onları Mesih’te gerçek imana getirme konusunda asla başarısızlığa uğramaz!
Karşı Konulamaz ya da Etkin Lütuf, Westminster İnanç Bildirisi’nde şu sözlerle dile getirilmiştir: “Tanrı, yaşam için belirlemiş olduğu herkesi ve sadece bu kişileri, belirlenmiş ve kabul olunmuş zamanında sözü ve Ruhu aracılığıyla doğaları bakımından içinde oldukları günah ve ölüm konumundan çıkarıp İsa Mesih aracılığıyla lütuf ve kurtuluşa etkin bir şekilde çağırmaktan; Mesih’in şeylerini anlamak üzere kafalarını ruhsal bakımdan ve kurtaracak bir şekilde aydınlatmaktan; taştan yüreklerini alıp kendilerine etten yapılmış bir yürek vermekten; isteklerini yenileyip yüce gücüyle kendilerini iyi olana belirlemekten ve onları etkin bir biçimde İsa Mesih’e çekmekten; ancak onları lütfu aracılığıyla istekli kılarak bunu onlara çok özgürce yaptırmaktan hoşnut olmuştur.”[3]
- Kurtuluşun Baba ve Oğul’un işi olmanın yanı sıra Ruh’un da işi olduğunu gösteren genel ayetler:(Romalılar 8:14, Korintliler 2:10-14, 1.Korintliler 6:11, 1.Korintliler 12:3, 2.Korintliler 3:6, 2. Korintliler3:17-18, 1.Petrus 1:2)
- Yeniden doğuş aracılığıyla günahkarlara ruhsal yaşam verilmiş ve Tanrı’nın çocukları yapılmışlardır. Kutsal Kitap bu süreci, ruhsal bir diriliş, bir yaratılış, yeni bir yüreğin verilmesi vb. olarak tanımlar. Kutsal Ruh aracılığıyla gerçekleşen içinsel değişim, Tanrı’nın gücü ve lütfundan kaynaklanır. Tanrı, bu işin başarısı için hiçbir şekilde insanın yardımına bağımlı değildir.
- Günahkarlar, yeniden doğuş aracılığıyla, Tanrı’nın krallığına getirilirler ve O’nun çocukları yapılırlar. Bu “ikinci” doğuşu oluşturan Kutsal Ruh’tur. Kullandığı araç Tanrı Sözü’dür.(Yuhanna 1:12-13, Yuhanna 3:3-8, Titus 3:5, Petrus 1:3, 1.Petrus 1:23, 1.Yuhanna 5:4,
- Ruh’un işi aracılığıyla ölü günahlıya yeni bir yürek (doğa) verilmiştir ve Tanrı’nın yasasına göre yaşaması sağlanmıştır. Bu kişi, Mesih’te yeni bir yaratılış olur.(Yasanın Tekrarı 30:6, Hezekiel 36: 26-27, Galatyalılar 6:15, Efesliler 2:10,Korintliler 5:17-18)
- Kutsal Ruh, günahlıyı ruhsal ölüm konumundan çıkarıp onu diri kılar.(Yuhanna 5:21,Efesliler 2:1,5,Koloseliler 2:13)
- Tanrı seçilmişlerine, krallığın gizlerini Ruh tarafından verilen içinsel kişisel vahiy aracılığıyla bildirir.(Matta 11:25-27, Luka 10:21, Matta 13:10,11,16, Luka 8:10, Matta 16:15-17, Yuhanna 6:37,44,45,64,65, 1.Korintliler 2:14, Efesliler 1:17,18)
- İman ve tövbe, tanrısal armağanlardır ve kişinin ruhunda Kutsal Ruh’un yeniden doğuşu sağlayan işi aracılığıyla işlerler.(Elçilerin İşleri 5:31, Elçilerin İşleri 11:18, Elçilerin İşleri 13:48, Elçilerin İşleri 16:14, Elçilerin İşleri 18:27,Efesliler 2:8,9, Filipililer 1:29, Timoteus 2:25-26)
- Müjde daveti, mesajı duyan herkese genel bir dışınsal çağrıda bulunur. Kutsal Ruh, bu dışınsal çağrıya ek olarak sadece seçilmişlere özel bir içinsel çağrıda bulunur. Müjdenin genel çağrısı reddedilebilir ve sık sık da reddedilir ama Ruh’un özel çağrısı reddedilemez. Her zaman kendilerine çağrıda bulunulan kişilerin iman etmesiyle sonuçlanır.(Romalılar 1:6-7, Romalılar 8:30, Romalılar 9:23-24, Korintliler 1:1,2,9,23-31,Galatyalılar 1:15-16, Efesliler 4:4, 2.Timoteus 1:9, İbraniler 9:15, 1.Petrus 1:15, 1.Petrus 2:9, 1Petrus 5:10, 2.Petrus 1:3, Vahiy 17:14)
- Kurtuluşun uyarlanışı tamamen lütuftur ve sadece Tanrı’nın yüce gücü aracılığıyla gerçekleşir.(Yeşaya 55:11, Yuhanna 3:27, Yuhanna 17:2, Romalılar 9:16, Korintliler 3:6-7, 1.Korintliler 4:7, Filipililer 2:12-13, Yakup 1:18, 1.Yuhanna 5:20)
5.KUTSALLARIN DAYANMASI YA DA İNANLILAR’IN GÜVENLİĞİ
Seçilmişler, sadece Mesih tarafından kurtarılmış ve Ruh tarafından yenilenmiş olmakla kalmaz, aynı zamanda Tanrı’nın yüce gücü tarafından imanda tutulurlar. Yeniden doğuş aracılığıyla Mesih’le ruhsal bakımdan birleşenlerin hepsi O’nda sonsuza dek güvencededirler. Onları, Tanrı’nın sonsuz ve değiştirilemez sevgisinden hiçbir şey ayıramaz. Sonsuz yüceliğe önceden belirlenmişlerdir ve bu yüzden cennete gidecekleri konusunda güvenceleri vardır.
Kutsalların dayanması doktrini, Hıristiyan inancına sahip olduklarını söyleyen herkesin cennete gideceklerinden emin olduklarını savunmaz. Sona kadar dayananlar, kutsallar, Ruh tarafından ayrılmış olanlardır. O’nda güvencede ve emniyette olanlar, kendilerine Mesih’te gerçek ve diri iman verilmiş olanlar yani İnanlılar’dır. İman ettiklerini söyleyen birçok kişi yoldan düşer ama lütuftan düşmezler çünkü hiçbir zaman lütufta değildiler. Gerçek İnanlılar ayartılmaya düşerler ve büyük günahlar işlerler ama bu günahlar onların kurtuluşlarını kaybetmelerine neden olmaz ya da onları Mesih’ten ayırmaz.
Westminster İnanç Bildirisi, bu doktrin hakkında şu bildiride bulunur: “Tanrı’nın Sevgili Oğlu’nda kabul ettiği, etkin bir şekilde çağırıp Ruhu aracılığıyla kutsal kıldıkları, lütuf konumundan ne tam, ne de nihai olarak düşebilirler. Sonuna dek dayanacak ve sonsuza dek kurtulacaklardır.”
Bottner, “Bu doktrin tek başına değildir, Kalvinistik teoloji sisteminin gerekli bir parçasıdır. Seçilmişlik ve Etkin Lütuf doktrinleri mantıklı olarak bu bereketleri alanların kurtuluşunun kesinliğini ima eder. Tanrı insanları mutlak ve kayıtsız şartsız bir biçimde seçtiyse ve O’nun Ruhu, onlara kurtuluşun yararlarını etkin bir şekilde uyarlarsa, kaçınılmaz sonuç, bu kişilerin kurtulacağıdır” der.
Aşağıdaki ayetler, Tanrı’nın halkına iman ettikleri anda sonsuz yaşam verildiğini göstermektedir. Bu kişiler iman aracılığıyla Tanrı’nın gücüyle korunurlar. Kurtuluşlarının garantisi olarak verilen Kutsal Ruh’la mühürlenmişlerdir ve böylece sonsuz mirasları konusunda kendilerine güvence verilmiştir. (Yeşaya 43:1-3, Yeşaya 54:10, Yeremya 32:40, Matta 18:12-14, Yuhanna 3:16, Yuhanna 3:36, Yuhanna 5:24, Yuhanna 6:35-40, Yuhanna 6:47, Yuhanna 10:27-30, Yuhanna 17:11,12,15, Romalılar 8:1, Romalılar 8:29–30, Romalılar 8:35-39, 1.Korintliler 1:7-9, 1.Korintliler 10:13, 2.Korintliler 4:14,17, Efesliler 1:5,13,14, Efesliler 4:30, Koloseliler 3:3–4, 1.Selanikliler 5:23–24, 2.Timoteus 4:18, İbraniler 9:12–15, İbraniler 10:14, İbraniler 12:28, 1.Petrus 1:3-5, 1.Yuhanna 2: 19,25, 1.Yuhanna 5:4,11-13,20, Yahuda 1, Yahuda 24–25, Romalılar 11:6)
Bu yaklaşım tarzı, elbette seçilmişlerin asla günah işlemeyecekleri anlamına gelmemektedir. Bilakis, seçilmişler işledikleri günahlar nedeniyle geçici bir süre Tanrı’dan uzaklaşmış olabilirler; ancak onların seçilmelerinin nedeni olan ilahi lütuf, nihai kurtuluşlarına engel olacak bir davranış içinde olmaktan onları koruyacaktır. Seçilmişlik doktrine göre, seçilmişler arasında en günahkâr olanlar bile nihai kurtuluştan mahrum kalmayacaktır. Calvin, bu durumu, Hıristiyan Dini’nin Esasları (Institutes of Christian Religion) adlı eserinin ilk baskısında şöyle açıklamaktadır:
“Seçilmiş insanların nihai olarak yok olmaları veya kurtulmayanlar arasına düşmeleri mümkün değildir; zira onların kurtuluşları o kadar kesin ve emin temellere dayanmıştır ki, bütün dünya yıkılacak olsa, bu kesinliğe zarar gelmez.”
KURTULUŞTAN MAHRUM BIRAKILANLAR (LANETLİLER)
Calvin’i kendinden önceki hristiyan teologlardan ayıran özelliklerden biri de Tanrı’nın ezelde sadece seçilmişleri değil, aynı zamanda kurtuluşa erişemeyecekleri (lanetlileri) de belirlemiş olduğunu düşünmesidir. Lanetlilerin ezelde belirlenmiş olması fikri, asli günah ve asli günahın sonucunda insanın kendi gayretiyle kurtuluş imkânından tamamen yoksun olması ile ilişkilidir. Buna göre, asli günahın etkisi altında olan tüm insanlık Tanrı’nın rahmetinden mahrum kalmıştır ve hepsi cezayı hak etmiştir.
Tanrı, bütün insanları cezalandırmak yerine, bir kısmını kendi özgür seçimiyle kurtuluşa erişmek için seçmiştir. Bunun doğal sonucu olarak, kurtuluş için seçilmeyenler, içinde bulundukları durumda bırakılmışlardır. O halde, Tanrı cezaya çarptırılanlara haksızlık etmemiş; sadece merhametini göstermek üzere bazı insanları kurtarmıştır.
Calvin’e göre ezelde sadece kurtuluşa erişeceklerin seçildiğini iddia etmek cahilce bir fikirdir. Katoliklerin benimsediği bu düşünceye göre, Tanrı ezelde kurtuluşa erişmelerini uygun gördüğü kişileri seçmiştir; bu dairenin dışında kalanlar ise çok az bir kimseye nasip olan kurtuluşa kendi Açabalarıyla erişebilecekler, demektir. Calvin’e göre, eğer Tanrı bir kişiyi mahrum bırakmışsa veya mahkûm etmişse, bunu, o kişiyi kendi çocukları için takdir ettiği mirastan mahrum bırakmak için yapmıştır. Merhamet etmek gibi, merhamet etmeyip acımasız olmak da Tanrı’nın elinde ve iradesindedir.
Calvin bu noktada Pavlus’tan alıntı yaparak;
Romalılar 9:20 Ama, ey insan, sen kimsin ki Tanrı’ya karşılık veriyorsun? “Kendisine biçim verilen, biçim verene, ‘Beni niçin böyle yaptın’ der mi?”
“Kil, çömlekçi ile tartışabilir mi?” diye sorarak, kilin, yaptığı tercih nedeniyle çömlekçiye itiraz edemeyeceğini söyler.
Matta İncili’nde geçen “Göksel Babam’ın dikmediği her fidan kökünden sökülecektir” (Matta 15:13) şeklindeki ayete atıfta bulunan Calvin, Tanrı’nın, kendi bahçesinde kutsal ağaç olma lütfuna layık görmediği şeylerin/kişilerin yıkılmaya mahkûm edildiğini savunur. Ona göre, Matta’daki bu cümle, bazı kimselerin ezelde kurtuluştan mahrum bırakıldıklarını en iyi açıklayan delildir.
Calvin’in otoritesini kabul ettiği Augustine’in görüşleri arasında karşılaştırma yaparsak, Augustine’e göre, asli günahın etkisi altındaki insan bozulmuş ve kurtuluşa ulaşabilmek için Tanrı’nın lütfuna muhtaç ve mecbur olmuştur. Tanrı’nın lütuf ve inayeti herkese verilmemiştir. Augustine, kaderi, bazı insanlara ilahi lütfun verilmesi olarak değerlendirmekte ve bu lütfu alamayanlar hakkında sessiz kalmaktadır. Tanrı, lanetlileri mahkûm eden bir karar vermemiş; sadece onları kurtulanlar arasına dâhil etmemiştir. Dolayısıyla, bu anlayışta kader, diğerleri hakkında değil, sadece seçilmişler hakkında verilen ilahi bir karardır. Augustine’in bu yaklaşımı sonraki yüzyıllarda da yankı bulmuş ve Katolikliğin kader anlayışı olarak kabul edilmiştir.
Calvin’e göre ise, Tanrı’nın seçilmişleri belirlediğini kabul edildiğinde, zorunlu olarak lanetlileri de belirlediği söylenmiş olur. Tanrı, seçilmişleri kurtuluşa erişmek üzere belirlediği gibi, lanetlileri de ebedi cezaya çarptırılmak üzere belirlemiştir.
Tanrı seçilmişleri kurtuluş için belirlediği gibi, lanetliler için de belirlediği bir plan vardır. Lanetliler, bu hayatta onursuzca yaşayıp ölümlerinden sonra azaba mahkûm edilerek Tanrı’nın öfkesinin araçları ve O’nun azabının örnekleri haline gelirler. Onların bu sona ulaşmalarını sağlamak için, Tanrı kimi zaman onların İlahi Kelâm’ı duyma imkân ve yetilerini alır; bazen onları gerçekleri göremeyecek kadar basiretsiz kılar ve şaşırtır. Örneğin, İsa’dan önce Tanrı, insanları kurtuluşa ulaştıracak öğretisini Yahudi olmayanlardan gizlemiştir. Âdeta yahudi olmayanların elinden kurtuluş imkânını almıştır. Eğer “Tanrı, bu kişiler kurtuluşa lâyık olmadıkları için, onları mahrum bırakmıştır” şeklinde bir düşünce öne sürülürse, Calvin buna, İsa Mesih sonrası dönemde Yahudi olmayanların, kurtuluşa atalarından daha lâyık olmadıklarını söyleyerek cevap verir. O halde Tanrı neden öncekileri mahrum edip, sonra gelenlere kurtuluş nimetini bahşetmiştir? Calvin’e göre, bunda Tanrı’nın gizli ve esrarlı planından başka bir neden gösterilemez.
Tanrı’nın, lanetlileri aydınlanmaktan mahrum ederek bir körlük içinde bırakması onun belirlediği kaderdir. Örneğin, aynı vaazı dinleyen yüz kişiden sadece yirmisi anlatılanlara kulak verip uygularken, diğerleri anlatılanlara değer vermez, güler, küçük görür veya nefret eder. Vaazı dinleyen yirmi kişinin bu olumlu tepkisi, kendi faziletlerinden ve tabiatlarından kaynaklanan bir husus değil, Tanrı’nın bir lütfudur.
Hristiyan İncili’nde Tanrı’nın, kimsenin mahvolmasını istemediği ve herkesin tövbe etmesini arzu ettiği açıklanmaktadır.Çünkü kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbe etmesini istiyor.
Bu cümlenin, bazı insanların seçildiğini, diğerlerinin dışarıda bırakıldığını savunan seçilmişlik doktriniyle çeliştiği düşünülebilir. Okuyucularını böyle bir yanlış anlamaya karşı da uyaran Calvin, Kutsal Kitap’a da atıfta bulunarak, (Ezekiel 36:26) kişinin kötülüklerden ve kötü yaşamdan yüz çevirip Tanrı’ya yönelmesini ifade eden tövbenin, ancak Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşebileceğini savunur. “Tanrı belki onlara bir tövbe yolu açar” (II. Timoteos 2:25) şeklindeki Kutsal Kitap cümlesinin de belirttiği üzere, tövbe tamamen insanın elinde ve iradesinde değildir. O halde Tanrı herkesi tövbeye çağırır; ancak sadece seçilmişleri Ruh’un gizli yönlendirmesiyle kendisine döndürür. Sadece Tanrı’nın aydınlattığı kişiler O’nun merhametini niyaz ederler ve Tanrı, ancak ezelde kurtuluş için belirlediği kişileri aydınlatır.
Kalvinizm’in seçilmişlik ve kader doktrini, sık sık İsa Mesih’in çarmıhta sadece kurtuluşa erişecekler için kendisini feda ettiği yönünde eleştirilerle karşılaşmaktadır. Tanrı ezelde insanların bir bölümünü kurtulmak üzere seçmiş ve diğer bölümünü ise hak ettikleri halde bırakmışsa, bu durumda İsa Mesih’in, seçilmişlerin yanı sıra lanetlileri de içine alacak şekilde bütün insanlar için çarmıhta kurban edildiğini söylemek bir çelişki oluşturacaktır. Bu nedenle, Kalvinist teolojide İsa Mesih’in, sadece seçilmişler için öldüğü kabul edilmektedir.
ÖZET
Hristiyanlıkta bazı insanların ezelde kurtuluş için seçilmesi ve diğerlerinin bu ayrıcalıktan mahrum bırakılması anlamındaki kader anlayışının temelinde asli günah anlayışı yatmaktadır. Asli günahın tesiri altındaki insanlar, mükemmelliklerini kaybederek bozulmuşlar ve ilahi cezaya çarptırılmayı hak etmişlerdir. Bununla birlikte, Tanrı merhametini ve iyiliğini göstermek için insanlar arasında bazılarını, bizim gerekçelerini anlayamadığımız bir kararla kurtuluşa eriştirmek için seçmiştir.
Tanrı’nın seçilmişlerin yanı sıra lanetlileri de dünya hayatında yapacakları iyi veya kötü davranışlara bakmaksızın ezelde belirlemiş olması, lanetlilere yapılmış bir haksızlık olarak görülmemektedir. İnsanoğlu, asli günahın etkisiyle bozulmuş ve cezayı hak eder duruma düştüğü için, lânetliler ebedi cezaya mahkûm edilmişlerdir.
Katoliklikte kader, sadece seçilmişlerin belirlenmesi anlamına gelirken, Kalvinizm’de Tanrı bazı insanları kurtuluşa erişmek, diğerlerini ise ebedi cezaya çarptırmak üzere belirlemiştir. Dolayısıyla, Katoliklik inancına göre, İsa Mesih bütün insanların kurtuluşu için çarmıha gerilmiştir. Çarmıh, bütün insanları kurtuluşa ulaştıracak bir potansiyele sahiptir; bununla birlikte, sadece onun etkisini almayı kabul edenler üzerinde tesirini göstermektedir. Kalvinizm’de ise, Mesih’in sadece seçilmişler için çarmıha gerildiği kabul edilmektedir.
Tanrı’nın ezelde kurtulmak üzere belirlediği kişiler için, seçilmişlik bu dünya hayatında üç aşamada gerçekleşmektedir. Bu insanlar öncelikle Kutsal Kitap’ın etkin çağrısına muhatap olmaktadırlar. Bu çağrıya olumlu cevap vererek günahlarından aklanmakta ve son aşamada kutsanmaktadırlar. O halde, iman, seçilmenin nedeni değil, sonucu olmaktadır. Benzer şekilde, kişilerin yaptıkları iyi davranışlar da yine seçilmenin nedeni değil, sonucudur. Başka bir deyişle, iman eden ve iyi davranışlar yapan kişiler seçilmezler; bilakis, seçilenler iman edebilir ve iyi davranış yapabilirler. Seçilmişlikten mahrum bırakılanlar için iman etmek ve iyi işler yapmak imkânsız olduğu gibi, seçilmişler için de iman etmemek veya iyi davranışlar sergilememek imkânsızdır.
Katoliklikte insanların bu dünyada yaptıkları iyi davranışların kurtuluşları açısından bir önemi vardır. Bu iyilikler, Tanrı’nın seçilmişlerle ilgili ezeli hükmüne verilmiş olumlu bir cevap gibidir. Kalvinist teolojide seçilmişlik ile insanların iyi davranışları arasında hiçbir bağ yoktur. Seçilmişlik tamamen Tanrı’nın lütfuna ve insanın anlayamayacağı özgür kararına bağlıdır.
Tanrı, İsa Mesih’te seçtiği kişiler için kurtuluşa giden yolu kolaylaştırır ve bu insanları lanetli duruma düşmekten korur. Seçilmişler, bazı günahlar işleseler de nihai olarak kurtuluşa ereceklerdir; çünkü Tanrı ezelde bu kişileri yapacakları iyi şeylere göre seçmediği gibi, işleyecekleri kötülüklerden dolayı da kurtuluştan mahrum bırakmaz. Buna karşın, Tanrı, lanetlilerin kalplerini katılaştırarak onların iyilik yapmalarını engeller. Lanetliler için tek yol, kötü bir davranışla daha kötü başka bir davranış arasında seçim yapmaktır. İyi bir baba, iyi bir eş ve iyi bir vatandaş olmak gibi, bireysel anlamda ahlâken iyi bazı davranışlar sergilemeleri de onlar hakkında verilen lanetlilik hükmünü değiştirmemektedir.
YAHUDİ KUTSAL METİNLERİ’NE GÖRE KALVİNİZM VE ASLİ GÜNAH
İnsanın dünyada günah içinde doğduğunu ilk kez öğreten teolog Augustine, inancını Yaratılış 3:17-19’a dayandırmaktadır:
RAB Tanrı Adem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.”
Hristiyanlıkta, insan günah olan eylemleri yapmaya eğilimli değil, günaha köledir. (Romalılar 6:20)
Asli günah kavramı Tanah’ta asla yer almaz ve Tora ile peygamberlerin temel prensiplerine de tamamen aykırıdır. Tora, insanın Tanrı imgesinde yaratıldığını belirtir (Yaratılış 1:26). İnsanoğlu elbette Tanrı ile fiziksel benzerliğe sahip değildir. Tanrı maddi değildir ve fiziksel görünüşe de sahip değildir. Rambam’ın işaret ettiği gibi “imge/görünüş-İbranice tzelem” doğa ve esas anlamına gelir. Mezmurlar 73:20’de olduğu gibi:
“Uyanan birisi için rüya nasılsa, Sen de uyanınca, ya Rab, Hor göreceksin onların imgesini.”
Benzer biçimde “benzerlik-İbranice damut” kelimesi de kimlik veya biçim anlamında değil, Rashi’nin işaret ettiği gibi temsil anlamındadır. İnsan, Tanrı’ya anlamak ve kavramak nitelikleri açısından benzerdir. Rambam, insanın aklını kullanarak fiziksel duyu organlarını kullanmadan şeyleri anlayabileceğini ve kayrayabileceğini belirtir. Bu yönüyle insan, fiziksel vasıta kullanmadan anlama ve kavrama özellikleri açısından Tanrı’ya benzer.
1.İnsan, Tanrı ile İlişki Kurma, Özgür İradesi ile Seçim Yapma Yeteneği ve Hakkına Sahiptir, Tamamen Bozulmuş veya Tamamen Yetersiz Birer Kukla Değildir. Her Kişi Kendi Eylemlerinden Sorumludur. Tanrı’nın Buyrukları Uyabilmemiz İçin Çok Yakındır.
İnsanların Tora’yı takip etme ve buyruklarını yerine getirip getirmeme özgürlükleri vardır. Bu Yahudi özgür irade anlayışının kalbidir. Tüm insanlar Adem’den türemiştir ve kimse günahlarını atalarına bağlayamaz. Hepimiz seçim yapma yeteneğine sahibiz ve yaptığımız seçimlerden de kendimiz sorumluyuz.
Yasanın tekrarı 24:16
Ne babalar çocuklarının günahından ötürü öldürülecek, ne de çocuklar babalarının. Herkes kendi günahı için öldürülecek.
Tora tekrar ve tekrar insanın iyiyi kötüye tercih etme özgür iradesinden mahrum kaldığı, tümüyle yetersiz ve bozulmuş olduğu fikrini red etmektedir. Musa, insanın kendi kurtuluşu için çaba gösterebilecek ve göstermesi gereken tek kişinin yine kendisi olduğunu söylemektedir:
Yasanın Tekrarı 32:45-47
“Musa sözlerini bitirince, İsrailliler’e şöyle dedi: “Bugün size bildirdiğim bu uyarıcı sözlerin tümünü benimseyin.
Bu yasanın bütün sözlerine dikkat etmeleri ve yerine getirmeleri için çocuklarınıza buyruk verin.
Bunlar sizin için boş sözler değildir, sizin yaşamınızdır. Şeria Irmağı’ndan geçerek mülk edineceğiniz ülkede ömrünüz bu sözler sayesinde uzun olacaktır.”
Musa aynı zamanda Tora’nın buyruklarına uyma kapasite ve yeteneğine sahip olduklarını apaçık biçimde söylemektedir:
Yasanın Tekrarı 30:10-14
“Yeter ki, Tanrınız RAB’bin sözünü dinleyin, bu Yasa Kitabı’nda yazılı buyruklarına, kurallarına uyun ve bütün yüreğinizle, bütün canınızla O’na dönün.
“Bugün size ilettiğim bu buyruk ne tutamayacağınız kadar zor, ne de ulaşamayacağınız kadar uzaktır.
O göklerde değil ki, ‘Kim bizim için göğe çıkacak? Kim yerine getirmemiz için onu alıp yayacak?’ diyesiniz.
Denizin ötesinde değil ki, ‘Kim bizim için denizin ötesine gidecek? Kim yerine getirmemiz için onu alıp yayacak?’ diyesiniz.
Tanrı sözü size çok yakındır; uymanız için ağzınızda ve yüreğinizdedir.”
Yasanın Tekrarı 30:15-20
İşte bugün önünüze yaşamla iyiliği, ölümle kötülüğü koyuyorum.
Bugün size Tanrınız RAB’bi sevmeyi, yollarında yürümeyi, buyruklarına, kurallarına, ilkelerine uymayı buyuruyorum. Öyle ki, yaşayasınız, çoğalasınız ve mülk edinmek için gideceğiniz ülkede Tanrınız RAB tarafından kutsanasınız.
“Eğer yoldan döner, kulak vermezseniz, ayartılır, başka ilahlara eğilip taparsanız, bugün size kesinlikle yok olacağınızı bildiriyorum. Şeria Irmağı’ndan geçip mülk edinmek için gideceğiniz ülkede uzun yaşamayacaksınız.
“Önünüze yaşamla ölümü, kutsamayla laneti koyduğuma bugün yeri göğü size karşı tanık gösteriyorum.
Yaşamı seçin ki, siz de çocuklarınız da yaşayasınız.
Bu ayetler, insanoğlunun asli günah ile lanetlendiğini değil, insanoğlunun Tanrı ile O’nun buyruklarını yerine getirerek bir ilişki kurabileceğini ve kurması gerektiğini açıkça göstermektedir.
2.Günah, İnsan Doğasının Parçası Değildir. Ancak Eylemler Günah Olabilir. İnsan, özgür iradesi ile iyiyi kötüye, yaşamı ölüme tercih edebilir.
Yahudilik’te günah, sözlük anlamı olarak “hedefi ıskalamak” demektir. Yani, Tora’yı takip etmede yetersiz olmak demektir. Günah, insanın yaptığı bir şeydir, insanoğlunun yapısında bulunan bir şey değildir. İnsanoğlu günah işler, günah olan eylemler yapar ama insanoğlunun doğası kaçınılmaz biçimde günahkar değildir.
Bununla birlikte, ilk dönem Hristiyan kilisesi tarihinde, Kilise babaları insanın özgür iradeye sahip olduğunu, günahkar doğaya sahip olmadığını öğretmiştir.
Irenaeus (ölüm yılı M.S 202) şöyle demiştir: “İyi işler yapmayanlar, Tanrı’nın son yargısını görecektir, çünkü yapma imkanları olduğu halde iyi işler yapmamışladır.Eğer birileri doğal olrak kötü, diğerleri doğal olarak iyi yaratılmış olsaydı, iyi olarak yaratılanlar iyi işler yaptıkları için övülmezdi, çünkü doğaları budur. Kötü olarak yaratılanlar ise kötü işler yaptıkları için suçlanamazdı, çünkü doğaları budur. Nitekim, tüm insanların doğası aynıdır. Dayanmaya ve iyi işler yapmaya güçleri vardır. Öte yandan, iyi işler yapmamaya da imkanları vardır.” (Jesse Morrell. İnsan Doğası üzerine İlk Dönem Kilise ve Gnostikler) ayrıca Bkz. “İnsan Günahkar Doğaya mı Sahiptir? – Does Man Inherit A Sinful Nature? – Jesse Morrell)
Origen (M.S. 184-254) şöyle demiştir: “Yahudi Kutsal Yazıları, özgür iradenin varlığını vurgular. Günah eylemleri yapanları kınar, doğru eylemlerde bulunanları onaylar. Kötü olmaktan ve toplumdan dışlanmaktan sorumluyuzdur. Çünkü kötü eylemlerin neden insanın kötü doğası değil, aksine kötü eylemleri yapan istemli seçimdir.”
Origen şöyle demiştir: “Sapkınlar (Gnostikler) insanların farklı doğaya sahip olduklarını iddia etmişlerdir.” (Jesse Morrell. İnsan Doğası üzerine İlk Dönem Kilise ve Gnostikler)
Kilise’nin özgür irade öğretisinin aksini öğreten ilk kişi Augustine’dir. (M.S. 354-430)
Episcopius şöyle demiştir: “İsa’dan sonraki ilk üç yüzyıl boyunca, en azından Aziz Augustine’den önce konuşan din adamlarının insan iradesinin özgürlüğünü savunmasından veya iç ve dış tüm gerekliliklerden uzak iki zıtlığa tarafsız oluşlarından daha açık ne olabilir?” (Jesse Morrell. İnsan Doğası üzerine İlk Dönem Kilise ve Gnostikler)
Augustine’e göre, kendi hayatının ilk dönemi gnostikler ile birlikte geçmiştir (The Confessions of Saint Augustine, Cilt III). Daha sonra gnostiklerden ayrılarak Kilise’nin öğretilerini öğrennmiştir. Augustine, başta Kilise’nin özgür irade öğretisini savunsa da, daha sonra Pelagianlar ile yapmış olduğu ünlü tartışmalarda, Kilise’nin özgür irade öğretisni bırakarak, asli günah kavramını savunmaya başlamıştır. (Pelagianların İki Mektubuna Karşı, Kitap 1, Bölüm VII) – Against Two Letters of the Pelagians)
Bununla birlikte, Augustine’nin asli günah fikri Ortodoks Kilisesi tarafından kabul edilmez. Onlara göre, insanlık bu ilk günahın sonuçlarına hala katlanıyor olsa da, insanlık bu ilk günahtan dolayı suçlu değildir. (Orthodox Church of America)
Hristiyan asli günah öğretisi, tüm gayretli tutumuna rağmen, Yahudi Kutsal Metinleri’nin merkezi öğretilerine karşı oldukça düşmandır. Tora, insanoğlunun yaşamı ölüme tercih etme, iyiyi kötüye karşı özgürce seçebilme özgürlüğünün olmadığı yönündeki Yahudi Kutsal Metinleri’ne son derece yabancı bu öğretiyi yüksek sesle kınamaktadır. Bu, Yahudi Kutsal Metinleri’nde gizli veya belirsiz bir biçimde verilen bir mesaj değildir. Aksine, Moşe’nin öğretilerinde İsrailoğullarına açıkça duyurulmaktadır.
Nitekim, Moşe’nin hayatının son günlerinde vermiş olduğu vaazda, Peygamber bütün ulusun önünde durur ve insanın durumunun tamamen umutsuz, ümitsiz olduğu görüşünü kınar. Moşe, bu ruhu canlandıran uyarısı boyunca, insanın sadece kendisinin kendi kurtuluşunu sağlayabileceğini ve sağlaması gerektiğini belirtmiştir. Dahası, Moşe, Tanrı’ya itaat etmenin ne çok zor ne de çok uzak olduğunu vurgular. Doğruluğun erişebilir olduğunu, Tanrı’nın emirlerine tümüyle uyabilmelerinin mümkün olduğunu söyler. (Yasanın Tekrarı 30:10-14)
Yeter ki, Tanrınız Rab’bin sözünü dinleyin, bu Yasa Kitabı’nda yazılı buyruklarına, kurallarına uyun ve bütün yüreğinizle, bütün canınızla O’na dönün.
Hrıstiyan İncili’nin yazarları ve yorumcuları nasıl oluyor da, Tanrı, Tora’da O’nun emirlerine uymanın gayet imkan dahilinde olduğunu, Tanrı’ya sadık kalmanın mümkün olduğunu apaçık biçimde belirtirken insanın kendi kurtuluşu için ümitsiz, yetersiz olduğunu söyleyebilmektedir?
Hrıstiyan İncili’nin yazarları ve yorumcuları nasıl oluyor da, Tora, Tanrı’nın emirlerine uymanın mümkün olduğunu yazarken, bu emirlere uymanın mümkün olmadığını söyleyebilmektedir?
Pavlus, bu problemin, çelişkinin farkındaydı ve Yahudi olmayan dinleyicilerini çarmıha yönlendirmek ve Sinay’dan uzaklaştırmak için, insanın tümüyle bozulmuş, kendini kurtarmak için hiç bir şey yapamayacak kadar tümüyle yetersiz, aciz, kayıp ve İsa’ya muhtaç olarak tarif etti. Çünkü, insan Tanrı Sözü’ne uyabilir, Tanrı’nın emirlerine uyabilir, onları yerine getirebilir ise, Tanrı’nın buyruklarına uyarak Tanrı’ya dönebiliyorsa (Yasanın Tekrarı 30:10-14’de açıkça belirtilmektedir), o halde Tanrı ile arasında bir aracıya, İsa’ya neden ihtiyaç duysun ki?
Bu nedenle, Pavlus, çok bilinen biçimde Tora’nın sözlerini aktarırken, Tora’nın teolojisine aykırı olan kendi teolojisini savunmak için Tora’nın sözlerinden işine gelmeyen kısımları silmiştir! Böylece Tanrı buyruklarının yerine getirilebilir olduğunu gizlemeye ve kendi öğretilerinin Yahudi öğretileri tarafından desteklendiğini Yahudi olmayan dinleyicilerine kanıtlamaya çalışmıştır.
Kanıt:
Romalılar 10:8
“Ne deniyor? “Tanrı sözü sana yakındır, Ağzında ve yüreğindedir.” İşte duyurduğumuz iman sözü budur.”
Yasanın Tekrarı 30:14
“Tanrı sözü size çok yakındır; uymanız için ağzınızda ve yüreğinizdedir.”
Burada akla hemen şu soru gelmektedir? Pavlus, Tora’nın sözleri üzerinde oynama yaparak Yahudi halkından nasıl kendisini takip etmesini bekleyebilirdi? Bu soru üzerinde düşünürken artık, Pavlus’un niçin Yahudi olmayan halklar üzerinde etkili olurken, Yahudi halkı üzerinde başarısız olduğunu anlayabiliriz. Nitekim, Hristiyan İncili’nde Pavlus’un otoritesinden şüphe duyanlar havarilerdi, Yahudi olmayan halk değildi. Bu olağandır çünkü, o dönemde Yahudi olmayan halkların Yahudi Kutsal Metinleri hakkında bilgileri azdı.
3.Yahudi Kutsal Metinleri Birçok Kişiyi Doğru, Tanrı’nın Yolunda Yürüyen Kişiler Olarak Tanımlar.
Pavlus, tüm insanlığın günaha köle olduğunu belirtir ve buna ilave olarak da tek bir kişinin dahi doğru olmadığını belirtir.(Romalılar 3:9-12)
Pavlus’un çarpıtılmış asli günah kavramı ve insanoğlunu tümüyle yetersiz ve faziletten yoksun olarak nitelendirmesinin tam aksine, Yahudi Kutsal Yazıları birçok kişiden doğru ve dürüst kişiler olarak övgü ile bahsetmektedir.
Örneğin, Kalev (Yeşu 14:14), Kral Yoşiya’nın (2 Krallar 23:25) Tanrı’nın yolundan gittikleri ve Musa’nın verdiği yasaya uydukları, Nuh’un doğru bir insan, çağdaşları arasında kusursuz biri olduğu, Tanrı yolunda yürüdüğü (Yaratılış 6:9) yazılmaktadır. Tanrı, İbrahim’e “dostum” (Yeşeya 41:8) ve Daniel’e “sevdiğim” (Daniel 10:11) olarak hitap etmektedir. Bu kişilerin Tanrı tarafından bu şekilde övülmesinin ya da doğru ve dürüst olarak anılmasının nedeni İsa’ya inanmaları ne de kan yoluyla aklanmaları değildir! Tersine, Tanah’ın bu kişileri sadık ve doğru olarak olarak tanımlamasının nedeni Tanrı’ya adanmışlıkları ve Tanrı’nın buyruklarına uymalarıdır.
Eyüp’ün Tanrı’ya sadakati de Hristiyan teolojisi için bir çıkmazdır. En zorlu sınavlara tabi tutulan Eyüp, Tanrı’nın sadık bir kulu olarak kalmıştır. Manevi kurtuluşa ulaşırken ne kendisini kurtarması için İsa’ya dayanmış ne de kurtuluş için Çarmıh’a dönmüştür. Eyüp örneği, Hristiyan inancı için gerçekleşmesi mümkün olmayan bir durumdur.
Pavlus’un Yahudi Kutsal Yazıları’nda bulunmayan asli günah doktrini, Tanah’ta birçok kez adı geçen Tanrı’nın doğru ve dürüst olarak nitelendirdiği örnek kullarını lekelemektedir. Hristiyanlar, Tanrı’nın yaratmış olduğu tüm insanlığı “tamamen bozulmuş” olarak nitelendirmelerinin Tanrı’ya bir hakaret olup olmadığı üzerinde düşünmelilerdir.
Farkında olmadan Luka kitabının yazarı da Pavlus’un, tek bir kişinin bile doğru olmadığı (Romalılar 3:9-12), herkesin bu asli günah nedeniyle günaha köle olarak doğduğu (Romalılar 5:12), insanın Tora’nın buyruklarına uymasının mümkün olmadığı, hiç kimsenin Tora’nın buyruklarına uyarak aklanamayacağı, Tora’nın buyruklarının bir lanet olduğu (Romalılar 3:20, Romalılar 7:4-6, Romalılar 10:4, Galatyalılar 3:11, Galatyalılar 2:16, Galatyalılar 2:21, Galatyalılar 3:13) iddialarının aksine büyük bir pot kırmaktadır ve tam tersine Luka, Vaftizci Yahya’nın erdemli ebeveynleri Elizabet ve Zekeriya’yı “kusursuz” ve aziz olarak tanımlamaktadır.
Luka 1:6 Her ikisi de Tanrı’nın gözünde doğru kişilerdi, Rab’bin bütün buyruk ve kurallarına kusursuz uyarlardı.
Pavlus, kendi günah doktrinini geçersiz kılacak Tanah ayetlerinden kaçmakta, onlardan hiç bahsetmemekte veya yukarıda Romalılar 10:8 örneğinde olduğu gibi, Yahudi olmayan halklara vaaz etmenin rahatlığı ile ayetleri eksik olarak alıntılamaktadır.
Yine, Pavlus’un, tek bir kişinin bile doğru olmadığı (Romalılar 3:9-12), herkesin bu asli günah nedeniyle günaha köle olarak doğduğu (Romalılar 5:12), insanın Tora’nın buyruklarına uymasının mümkün olmadığı, hiç kimsenin Tora’nın buyruklarına uyarak aklanamayacağı, Tora’nın buyruklarının bir lanet olduğu (Romalılar 3:20, Romalılar 7:4-6, Romalılar 10:4, Galatyalılar 3:11, Galatyalılar 2:16, Galatyalılar 2:21, Galatyalılar 3:13) iddialarının aksine Tora, İbrahim’i sadakat ve dürüstlük örneği olarak tanımlamaktadır:
Yaratılış 26:4-5 Soyunu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Bu ülkelerin tümünü onlara vereceğim. Yeryüzündeki bütün uluslar senin soyun aracılığıyla kutsanacak.
Çünkü İbrahim sözümü dinledi. Uyarılarıma, buyruklarıma, kurallarıma, yasalarıma bağlı kaldı.
4.Yahudi Kutsal Metinleri İnsanın Günahı Yenebileceğini ve Günaha Hakim Olabileceğini Belirtmektedir.
Örneğin, Pavlus’un asli günah aldatmacasına konu olan Adem ve Havva’nın günahından bahsedilmesinden hemen sonra Tora, insanın günaha karşı eğilimini yenebileceğini, günahın üstünden gelebileceğini ve ona hakim olabileceğini belirtir. Tanrı, Kayin’e döner ve uyarır:
Yaratılış 4:7 Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olabilirsin ( תִּמְשָׁל־בּֽוֹ – timsal-bo- egemen olabilirsin)
Tora, insanın günaha egemen olabileceğini söylerken, Pavlus, Augustine, Luther ve Calvin için insanın günaha olan eğilimine hakim olabilmesi, günaha egemen olabilmesi, günahın üstesinden bir aracıya, İsa’ya ihtiyaç duymadan gelebilmesi mümkün değildir. Onlara göre insanın iyiyi seçmesi imkansızdır.
İnsanın tümüyle bozulmuş, tümüyle yetersiz, Tanrı’ya dönmesinin mümkün olmadığını, iyiliği tercih etmesinin imkansız olduğunu söyleyen Pavlus, Calvin’in aksine Tora’da Tanrı, insanlığa özgür iradeleri ile seçim yapma imkanı verdiğini, eğer Tanrı’nın buyruklarına uymayı, Tanrı’yı sevmeyi ve O’nun yolunda yürümeyi seçerlerse yaşama kavuşacaklarını belirtmektedir:
Yasanın Tekrarı 30:15-20
İşte bugün önünüze yaşamla iyiliği, ölümle kötülüğü koyuyorum.
Bugün size Tanrınız RAB’bi sevmeyi, yollarında yürümeyi, buyruklarına, kurallarına, ilkelerine uymayı buyuruyorum. Öyle ki, yaşayasınız, çoğalasınız ve mülk edinmek için gideceğiniz ülkede Tanrınız RAB tarafından kutsanasınız.
“Eğer yoldan döner, kulak vermezseniz, ayartılır, başka ilahlara eğilip taparsanız, bugün size kesinlikle yok olacağınızı bildiriyorum. Şeria Irmağı’ndan geçip mülk edinmek için gideceğiniz ülkede uzun yaşamayacaksınız.
“Önünüze yaşamla ölümü, kutsamayla laneti koyduğuma bugün yeri göğü size karşı tanık gösteriyorum.
Yaşamı seçin ki, siz de çocuklarınız da yaşayasınız.
Tanrınız Rab’bi sevin, sözüne uyup O’na bağlanın.
Rab yaşamınızdır; kendilerine vereceğine ilişkin atalarınız İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a söz verdiği ülkede uzun yaşamanızı sağlayacaktır.”
Ayrıca Tanrı, insana Kendisi gibi Kutsal olma imkanı verdiğini ve insanlığın hedefinin Tanrı’yı taklit ederek O’nun gibi Kutsal olmak olduğunu yazmaktadır:
“Benim için kutsal olacaksınız. Çünkü ben Rab kutsalım. (Levililer 20:26)
Bir tarafta Kalvinizm’in insanın özgür iradesi ile seçim yapma imkanından yoksun, tümüyle yetersiz, bozulmuş bir insan tanımı varken, diğer tarafta Tora, Tanrı’nın insana iyiyi ve kötüyü, yaşamı ve ölümü seçme hakkı tanıdığını, Kutsal olma imkanı tanıdığını söylemektedir. Hangisi daha adil ve “sevgi” dolu?
Tanrı bize hakim olamayacağımız arzular veya yerine getiremeyeceğimiz buyruklar vermemiştir.
Tanrı’nın bize tutamayacağımız buyruklar vermesi, sonra da tutamadığımız buyruklar yüzünden bizi cezalandırması adil olur muydu?
Tanrı’nın buyrukları ne tutamayacağımız kadar zor, ne de ulaşamayacağımız kadar uzaktır. Aksine onlara uyabilmemiz için bize çok yakındır. (Yasanın Tekrarı 30:10-14)
Yahudi kavramları ile, günah bir insan değildir, günah bir olaydır. Ve bu olay dün gerçekleşti. Dün, dün gece sona erdi. Bugün, yeni bir gündür.
5. Mezmurlar 51:7 (hristiyan incili’nde 51:5) İnsanın Günahlı Doğduğuna Kanıt Olması İçin Bağlamından Kopartılmıştır.
Kalvinistler, insanın sözde günahlı doğasına kanıt olarak sundukları ayet şudur:
Mezmurlar 51:5
Nitekim suç içinde şekillendim ve günah içinde annem bana hamile kaldı.
Bu ayete ilgisiz anlamlar yüklememek için, ayeti öncesi ve sonrası ile, bağlamı içerisinde okumak gerekmektedir. Bu ayet, bölümü okuduğunuzda gördüğünüz gibi, her bireyin yaşam biçimini değiştirmeye neden hazırlıklı olması gerektiği konusunda bir açıklama olarak yazılmıştır.
Bu ayetteki içerik ile anlama sahip başka bir ayet Yaratılış 8:21’de bulunur:
“…Çünkü insan kalbinin eğilimi, çocukluğundan beri kötüdür.” (Yaratılış 8:21).
Bu ayetlerdeki konu insanın günahlı doğması, Adam’ın günahını üzerinde taşıması değildir.
İnsan, belirli bir yaşa gelip, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edecek zihinsel olgunluğa erişinceye dek, özgür iradesiyle seçim yaparak değil, dürtüleri, güdüleri doğrultusunda davranır. Bu nedenle iki ayette de çocukluk dönemi ile ilgili bir tanımlama bulunur. Bir çocuğun davranışı dışarıdan kötü görünebilir, ancak çocuk aslında genetiği, çevresel koşullarının gerektirdiği biçimde “bencilce” davranmaktadır. Bu davranışlar ne iyi ne de kötü olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte, zamanla çocuk zihinsel olarak gelişecek, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edecek ve özgür iradesiyle seçim yapacak kapasiteye erişecektir.
“Çocuk kötüyü reddedip iyiyi seçecek yaşa gelince..” (Yeşaya 7:15)
Kral David’de aynen bu biçimde, kendi hayatındaki değişimi, Tanrı’nın O’ndan istediği değişimi anlatmaktadır. Özetle Kral David şöyle demektedir:
“Bir çocuk gibi kötü işler yaptım, günah işledim, ama Tanrım bana bilgelik ver, beni değiştir, geliştir, işlediğim günahlardan arındır, beni affet! Ben de senin bilgeliğini diğer insanlara öğretebileyim.”
Kanıt, ayetin öncesini ve sonrasını okuyarak kolayca görülebilir:
Mezmur 51. Bölüm:
1 Maestroya, David’in mezmuru.
2 Natan peygamber ona geldiği zaman
o Bat Şeva’ya geldikten sonra.
3 Lütfet bana şefkatini ey Tanrı’m, rahmetinle günahlarımı sil.
4 Cömertçe suçlarımı sil, ve günahlarımdan arındır beni.
5 Çünkü suçlarımı kabul ediyorum, ve günahım devamlı önümde.
6 Sadece Sana karşı hata işledim, ve Senin gözünde kötü olanı yaptım, böylece
Konuştuğun zaman Doğrulayacaksın ve Yargıladığında Seni hakkın olsun
7 Ancak suç içinde şekillendim, günah içinde annem bana hamile kaldı.
8 Ancak Sen gerçeği istersin gönlümüzün gizliliğinde,
ve yüreğimin derinliklerinde bana bilgeliği öğretirsin.
9 Beni otlarla arındır ve ben saf olayım, arındır beni ve kardan beyaz olayım.
10 Neşe ve sevinç işitmemi sağla, ezmiş olduğun kemiklerim coşsun.
11 Yüzünü, hatalarımdan gizle ve tüm kabahatlerimi sil.
12 Ey Tanrı, bana saf bir yürek yarat, ve içimde dürüst bir ruh yenile.
13 Mevcudiyetinden uzaklaştırma beni, ve Kutsal Ruhunu alma benden.
14 Kurtuluşunun sevincini sağla tekrar bana, ve cömert bir ruhla besle beni.
15 Böylece günahkarlara Senin yollarını öğretebileceğim, ve suçlular Sana tövbe
edebilsinler.
16 Beni akacak kandan (suç) koru – Ey Tanrı, kurtuluşumun Tanrı’sı. Dilim adaletini kutlasın.
6.İnsanın Kurtulması İçin Tövbe, Pişmanlık, Tanrı’ya Dönmek Yeterlidir. Ne Mesih’e İman, Ne Kurban, Ne de Kan Gereklidir. Her Kişi Sadece Kendi Günahından Sorumludur. Tanrı’nın Buyruklarına Uyan Yaşayacaktır. Tanrı, Dünyanın Kurulmasından Önce Belirsiz Bir Nedenle Seçmiş Olduğu Kişilerin Değil, Tüm İnsanların Kurtulması İster.
Asli günah kavramının Tanah’ta yer almamasının yanı sıra, ile insanın samimi tövbe ile günahkar yollarından, kendini düzeltmeye söz vererek doğru ve dürüst yaşama dönmesi her zaman tüm insanlığa açıktır. Tanah’a göre günahın çaresi, devası açıktır. Tanrı’nın merhameti iyi davranışa dayalıdır ve tüm insanlığa yayılır.
Yukarıda belirtilmiş olduğu gibi Kilise’nin doktrinine göre kimse kendi eylemleri ile kurtuluşa ulaşamaz. Yalnızca çarmıhta kendisini insanlığın günahları için sunmuş Mesih’in kanı ve O’na olan iman ile, Mesih’in tüm günahların bedelini ödediğine dayanan iman karşılığında aklanabilir.
Yunus Peygamber, Ninova halkına gelip, kırk gün içerisinde kentin yıkılacağını söylediğinde halk Peygamber’in sözlerine inanmış, oruç tutarak tövbe etmişlerdi. Halkın kötü davranışlarından vazgeçerek, tövbe ettiklerini gören Tanrı Ninova halkını bağışlamıştır.
Yunus 3:4-10
Yunus kente girip dolaşmaya başladı. Bir gün geçince, “Kırk gün sonra Ninova yıkılacak!” diye ilan etti. Ninova halkı Tanrı’ya inandı. Oruç ilan ederek büyüğünden küçüğüne hepsi çula sarındı. Ninova Kralı olanları duyunca, tahtından kalkıp kaftanını çıkardı; çula sarınarak küle oturdu. Ardından Ninova’da şu buyruğu yayımladı: “Kral ve soyluların buyruğudur: Hiçbir insan ya da hayvan –ister sığır, ister davar olsun– ağzına bir şey koymayacak, otlamayacak, içmeyecek. Bütün insanlar ve hayvanlar çula sarınsın. Herkes var gücüyle Tanrı’ya yakararak kötü yoldan, zorbalıktan vazgeçsin. Belki o zaman Tanrı fikrini değiştirip bize acır, kızgın öfkesinden döner de yok olmayız.” Tanrı Ninovalılar’ın yaptıklarını, kötü yoldan döndüklerini görünce, onlara acıdı, yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.
Ninova halkı Tanrı tarafından bağışlanmıştır ancak Ninova halkının ne Mesih’in kanı, ne Oğul Tanrı’ya iman, ne çarmıh, ne Mesih’in tüm günahların bedelini ödediğine dayanan iman ile ilgisi olmamıştır ve bunlara ihtiyacı da olmamıştır. Pişmanlık ve tövbe bağışlanmalarını sağlamıştır. Bu aklanma Hrıstiyan teolojisine tamamen zıttır.
Daniel 4:27
Bu yüzden, ey kral, öğüdümü benimse: Doğru olanı yaparak günahından, düşkünlere iyilik ederek suçlarından vazgeç. Olur ya, gönencin uzun sürer.
Tanrı, Kral David’in Batşeva ile ilgili günahı ile ilgili samimi pişmanlığını ve tövbesini kabul etmiştir. Bu olay Mezmurlar Kitabı’ndaki sonraki mesajları da etkilemişti.
2 Samuel 12:12-13
Evet, sen o işi gizlice yaptın, ama ben bunu bütün İsrail halkının gözü önünde güpegündüz yapacağım!’ ” Davut, “Rab’be karşı günah işledim” dedi. Natan, “Rab günahını bağışladı, ölmeyeceksin” diye karşılık verdi.
Kral David, kan sunusunun günahları aklamayacağını kavramıştı. Bu nedenle Mezmurlar 51’de Tanrı’nın alçakgönüllü tövbeye kurbandan daha çok değer verdiğini belirtmektedir. Bu ayetler, Kilisenin temel doktrini ile tümüyle terstir.
Mezmurlar 51:16-17
Çünkü sen kurbandan hoşlanmazsın, Yoksa sunardım sana, yakmalık sunudan hoşnut kalmazsın. Senin kabul ettiğin kurban, alçakgönüllü bir ruhtur, Alçakgönüllü ve pişman bir yüreği hor görmezsin, ey Tanrı.
İbraniler 9:22’e göre sadece kan sunusu günahları affettirebilecek iken Samuel Peygamber aksini söylemektedir.
1 Samuel 15:22
Samuel şöyle karşılık verdi: “Rab kendi sözünün dinlenmesinden hoşlandığı kadar yakmalık sunulardan, kurbanlardan hoşlanır mı? İşte söz dinlemek kurbandan, sözü önemsemek de koçların yağlarından daha iyidir.
İbraniler Kitabı, hayvanların kurban edilmesinin İsa’nın kurban edilmesinin habercisi olduğunu belirtmektedir (İbraniler 5, İbraniler 10:1-6) Oysa, Mika Kitabı da Tanrı’ya teslimiyetin kurbandan daha yüce olduğunu yazmaktadır.
Mika 6:6-8
Rab’bin önüne ne ile çıkayım, Yüce Tanrı’ya nasıl tapınayım? O’nun önüne yakmalık sunuyla mı, Bir yaşında danayla mı çıkayım?
Binlerce koç sunsam, Zeytinyağından on binlerce dere akıtsam, Rab hoşnut kalır mı? Suçuma karşılık ilk oğlumu, İşlediğim günah için bedenimin ürününü versem olur mu?
Ey insanlar, Rab iyi olanı size bildirdi; Adil davranmanızdan, sadakati sevmenizden ve alçakgönüllülükle yolunda yürümenizden başka Tanrınız Rab sizden ne istedi?
Peygamber Hoşea da yürekten duanın kurban yerine geçeceğini İsrail halkına bildirmektedir.
Hoşea 14:1-2
Tanrın Rab’be dön, ey İsrail, Çünkü suçlarından ötürü tökezledin. Dualarla gidin, Rab’be dönün, O’na, “Bağışla bütün suçlarımızı” deyin, “Lütfet, kabul et bizi, boğalar yerine dudaklarımızın kurbanını sunalım.”
Hrıstiyan teolojisine göre günahsız, masum Mesih günahkar insanlık için kurban olarak kendini sunmuş, günahsız Mesih’in kanı günahlara kefaret olmuştur. Peygamber Hezekiel, Hrıstiyan teolojisinin bu temelini mahkum etmektedir: “ Doğru kişiler, günahkar kişilerin günahı için ölemez!” Kimse bir başkasının günahı için ölemez. Kim günah işlerse, karşılığını alacak da O’dur.
Hezekiel 18:1-4
Rab bana şöyle seslendi: “İsrail için, ‘Babalar koruk yedi, Çocukların dişleri kamaştı’ diyorsunuz. Bu deyişle ne demek istiyorsunuz? “Varlığım hakkı için diyor Egemen Rab, İsrail’de artık bu deyişi ağzınıza almayacaksınız. Her yaşayan can benimdir. Babanın canı da, çocuğun canı da benimdir. Ölecek olan, günah işleyen candır.
Hezekiel 18:19-23
Ama siz, ‘Oğul neden babasının işlediği suçlardan sorumlu tutulmasın?’ dersiniz. Bu oğul adil ve doğru olanı yapmış, bütün kurallarımı dikkatle izlemiştir. Böyle biri kesinlikle yaşayacaktır.
Ölecek olan günah işleyen kişidir. Oğul babasının suçundan sorumlu tutulamaz, baba da oğlunun suçundan sorumlu tutulamaz. Doğru kişi doğruluğunun, kötü kişi kötülüğünün karşılığını alacaktır.
Kötü kişi işlediği bütün günahlardan döner, buyruklarıma uyar, adil ve doğru olanı yaparsa, kesinlikle yaşayacak, ölmeyecektir.
İşlediği günahlardan hiçbiri ona karşı anılmayacaktır. Doğruluğu sayesinde yaşayacaktır.
Ben kötü kişinin ölümünden sevinç duymam, ancak kötü kişinin kötü yollarından dönüp yaşamasından sevinç duyarım. Egemen Rab böyle diyor.
Hezekiel, meşhur 18. bölüm’de günah, günahın karşılığı, bağışlanma gibi kavramlardan bahsederken, ne kan sunusu, ne çarmıh, ne Mesih’in kurban edilmesi ile ilgili tek kelime etmemektedir.
Tanrı, Kalvinistlerin iddia ettiklerinin aksine sadece dünyanın kurulmasından önce bizim bilemeyeceğimiz bir nedenle seçmiş olduğu insanların kurtulmasını değil, tüm insanların kötü yollarından dönmesini ve kurtulmasını ister (Hezekiel 18:23)
7.Hayırseverlik de Günahları Siler.
Yahudi Kutsal Metinleri açıkça aç kişileri doyurmanın, çıplakları giydirmenin, yoksullara yardımda bulunmanın günahları sildiğini açıkça belirtmesine rağmen, Kilise inanırları bundan habersiz görünmektedir.
Hoşea 6:6 ve Özdeyişler 21:3 ayetleri açıkça Tanrı’nın kurban yerine hayırseverliği tercih ettiğini belirtmektedir. Hristiyan misyonerleri niçin yoksullara yardımın günahları sileceğini öğretmemektedir? Çünkü, Tanrı günahları hayırseverlik ile affediyorsa o zaman İsa’ya pek ihtiyaç olmayacaktır.
Özdeyişler 10:2
Haksızca kazanılan servetin yararı yoktur, Ama hayırseverlik ölümden kurtarır.
Özdeyişler 11:4
Gazap günü servet işe yaramaz, Oysa hayırseverlik ölümden kurtarır.
Özdeyişler 16:6
Sevgi ve bağlılık suçları bağışlatır, Rab korkusu insanı kötülükten uzaklaştırır.
Özdeyişler 21:3
Rab kendisine kurban sunulmasından çok, hayırseverlik ve adaletin yerine getirilmesini ister.
Hoşea 6:6
Çünkü ben kurbandan değil, iyilikten hoşlanırım, Yakmalık sunulardan çok beni tanımanızı isterim.
Yahudi kavramları ile, günah bir insan değildir, günah bir olaydır. Ve bu olay dün gerçekleşti. Dün, dün gece sona erdi. Bugün, yeni bir gündür.
Kutsal Kitabınızı bilin!
Eğer Kutsal Kitabınızı bilirseniz, hiç kimse Tanrı’ya olan inancınızı ve O’nunla olan bağlantınızı çalamayacaktır.
Gökhan Duran