On Emir Bugün Hala Neden Önemlidir?
Uzun mesafe yolcululuğu için uçağa biniyorum ve yanımda oturan kişi bir Yahudi ile tanıştığı ve daha önce soramadığı soruları bana sorabileceği için heyecanlı. “Sana birkaç soru sormamın sakıncası yok, değil mi?” diyor. “Eğer birkaç cümle ile özetlemek zorunda olsaydın, Yahudiliğin neyle ilgili olduğunu söylerdin? Karmaşık cümlelere gerek yok, sadece birkaç basit cümle. Benim dinim sevgi dinidir ve ne zaman sevgi hakkında düşünsem, o kadar manevi bir hisle doluyorum. Siz Yahudiler’e göre, dininizin temeli nedir?”
Bunun üzerinde bir süredir düşünüyordum ve Tora’daki yasaları, emirleri öğrendim. “Yasalar var” diye düşünüyorum. Yan koltuktaki yolculuk arkadaşımın dini sevgi ile ilgili ve ama benim dinim yasalarla ilgili…Ve yasaları ve sevgiyi karşılaştırırsanız, sevgi kulağa yasalardan çok daha ilgi çekici geliyor. Arkadaşınız, “Yasalar nasıl manevi olabilir ki? Yap ve yapmalardan oluşan bir dizi emir cümlesi! Benim ihtiyacım daha derin, daha manevi öğretiler!” diyor.
Siz olsaydınız yol arkadaşınıza ne söylerdiniz? Yahudiliği birkaç cümlede nasıl anlatırdınız?
Sanırım bunun bir yolu Yahudilikte bir düzen ilkesinin varlığını anlatmak olacaktır. Tora’daki tüm yasaların etrafında örgütlendiği doğal organik bir şey var mı? Akla gelen ilk şey, Yahudi geleneğine göre, o büyük olayda, Sinay Dağı’ndaki ateş ve ışık içerisinde Moşe’ye verilen On Emir’dir. Bu On Emir, Tora’nın “İçindekiler” bölümü gibidir.
Bildiğiniz gibi, Tora’da toplam 613 emir bulunur ve bu On Emir’i bir dağın tepesinde özel bir vahiy olarak vermenin arkasındaki neden, bunun bir şekilde tüm Tora’nın düzen ilkesi olmasıdır. Ve bu çok ilginç bir kavramdır, çünkü; eğer gerçekten bir düzen ilkesi varsa, On Emir gerçekten de tüm Tora için bir çeşit “İçindekiler” bölümü ise, o halde tüm Tora’nın bir sisteme sahip olduğu anlamına gelir. Bir sisteminiz varsa, bu durumda 613 rastgele yasaya sahip değilsinizdir. Organize bir sistem; manevi, ruhsal, anlamlı olabilir ve artık 613 farklı, dağınık maddeler yığını değildir.
On Emir Hayatımızı Nasıl Etkiliyor?
Birçoğumuz On Emir’in aslında bizim için gerçekte ne kadar önemli bir belge olduğunu düşünmüyoruz. Bunu söylediğimde, aslında ona saygı duymadığımızı kastetmiyorum, Yahudiliğin bir sembolü olarak ona çok saygı duyduğumuzu düşünüyorum. Ama On Emir’e saygı gösteriyor oluşumuz onunla ilişki kurduğumuz anlamına gelmiyor. Bir şeye ne kadar çok saygı gösterirseniz, onun sizinle ilgisi o kadar az, o çok yukarılarda, ulaşılamaz, bağlantı kurulamaz gibi görünür. O halde soru şu olmalı: On Emir’in bana bir şey ifade etmesi gerekiyor mu?
Son otuz gün içinde, size rehberlik etmesi için On Emir’e baktığınız kaç tane ahlaki ikilemle karşılaştınız? Biliyorsunuz, cevap o kadar da fazla değil, son birkaç gün içinde kimseyi öldürmeyi düşünmediniz, cinayet işlemek yapılacaklar listenizde değildi. On Emir sizinle konuşabilir ama gerçekte sizinle konuşuyor mu? Bu, burada sormak istediğim ana sorulardan biri, bu belge benim için herhangi bir derin manevi yolla alakalı mı? Sanırım, çoğumuz hayır diyebiliriz.
Bu soruyla uğraşmak için bir an için uçaktaki yolculuk arkadaşıma geri dönmek ve onun sizin için ikinci bir sorusu olabileceğini söylemek istiyorum. Kutsal Kitap’tan herhangi bir anlatıyı ele alıyor ve örneğin, Babil Kulesi’ni soruyor. Tora’da Babil Kulesi’nin hikayesi aslında çok kısadır. Toplam dokuz ayetten oluşur. Dokuz ayet pek de fazla değil ve bütün hikaye budur, biliyorsunuz. Arkadaşımız diyor ki, Kutsal Kitap’ın derin olduğuna inanıyorsunuz ama bu hikaye çok kısa! Dokuz cümlede derin bir şey gördüğünüzü nasıl düşünebilirsiniz? Ve ne kadar zeki olduğunuz umrumda değil, Tanrı’nın bunu yapabileceğini sanmıyorum, kimsenin yapabileceğini sanmıyorum. Kutsal Kitap’ın derin olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?
Peki, bunun cevabı gerçekte nedir?
Bunu bir benzetme ile düşünün: Gerçekten çok zengin olduğunuzu hayal edin ve para sizin için hiç mesele olmasın. İstanbul’da çok fazla alana sahip bir konut istiyorsunuz ve emlakçınızdan maliyeti ne kadar olursa olsun bu alanı bulmasını istediniz. Eğer akıllı bir emlak acenteniz varsa, istediğiniz büyüklükte arsa bulamayacağı için size yüksek katlı bir konut önerecektir. Gerekli alanı katlar, katmanlar ile oluşturacaktır: “Size çok katmanlı bir konut verebilirim ve bu şekilde çok fazla alana sahip olabilirsiniz.”
Bu benzetmeyi metne uygularsanız, belki metinde de katmanlar vardır. Metnin anlam katmanları varsa, kısa bir metinde çok fazla bilgi bulunabilir. Belki de Kutsal Kitap bunu yapıyordur. Belki de bu tür katmanları olan metinler vardır. Tüm bu katmanlar birbirleriyle etkileşirse muazzam miktarda anlam taşıyabilirsiniz. Şimdi, bu anlatım çok havada görünüyor. Bunu sizin için biraz daha somut hale getireyim ve bu katmanlara sahip bazı metinler hakkında konuşalım.
On Emir’de Anlam Katmanları Bulma
Herhangi bir belgedeki anlam katmanlarını ayırt etmenin bir yolu, herhangi bir belge türünde iki öğe bulunduğunu ve bu öğelerin her ikisinin de anlama katkıda bulunduğunu anlamaktır. Bu nedenle, bir belgenin anlamını arıyorsanız, çoğumuz doğrudan içeriğe bakarız, ancak bize belgenin anlamını söyleyen başka bir şey olduğunu ve bunun bir miktar belirsiz olduğunu, bunun da belgenin yapısı olduğunu görmezden geliriz.
Örneğin, Bağımsızlık Bildirgesi’ne bakarsanız, metinde bir yapının var olduğunu görürsünüz. Metinde bir başlık, ana konular, alt konular, hepsi bir şey ifade ediyordur. Paragraflar, girintiler, noktalama işaretleri vardır.
Tüm bu noktalama işaretleri, metnin yapısı, yazarın sadece içerik ile değil metnin yapısı ile de iletişim kurma yoldur. Ve yapı gerçekten pek dikkat etmediğimiz bir şeydir. Pek az kişi bir belgedeki girintilere, virgüllere ve paragraflara dikkat eder. Ancak yapı, belgenin anlamını anlamada çok önemlidir. Yapının içinde katmanlı anlamlar olabilir.
On Emir’in Yapısı Ne Anlama Geliyor?
Size bahsetmek istediğim şey, On Emir’in kendisinde, burada çok basit görünen belgede bir yapı ve yapı katmanları olduğudur. Ve her katman diğer katmandan çok daha fazla anlam katıyor. Yani, nispeten az bir içeriğe sahip olup, bu belgede çok fazla kelime olmasa da muazzam bir anlam, muazzam miktarda bilgi vardır.
Belgenin katmanlarını nasıl ayırt ederiz? Devam etmeden önce size sormak istiyorum. On Emir metnine bir bakın ve kendinize sorun: Burada en belirgin yapısal özellikler nelerdir? İlk katman çok açık bir yapı parçasıdır. Hangi bariz yapısal özellikler bana göz kırpıyor? Ve sonra, ikinci bir yapı katmanına ve üçüncü bir yapı katmanına bakın. Bu katmanlar nedir? İlkinden başlayalım: Yapının ilk katmanı nedir?
İki Tablet
On Emir’deki bu çeşitli yapı katmanları nelerdir? On Emir’in görsel temsilini hızlı bir şekilde ele alırsak, göze çarpan en belirgin şey, iki tablet olduğu gerçeğidir. Ama böyle olmak zorunda değildi. İki yerine sadece bir tablet olsaydı, hiç kimse çok şaşırmazdı. İki tane olması, iki kategori olması gerektiği anlamına geliyor. O halde soru “bu kategoriler nedir?”
On Emir’e bakarsanız, birinci yüzde temelde insanlar ve Tanrı arasındaki ilişkiler yer alır ve ikinci yüz ise insanlar ve diğer insanlar arasındaki ilişkilerle ilgilidir.
Bakalım: Birinci yüz gerçekten insanlar ve Tanrı arasındaki ilişkiler hakkında mıdır? Bu emirlerin üzerinden geçelim. Birinci yüzden başlayalım: “Ben, Tanrın Aşem’im” – bu bir numaralı emirdir ve bu açıkça Tanrı ile bizim aramızdaki ilişkidir. İki numaralı emre gidiyoruz: “Benim önümde başka tanrılar olmasın.” Üçüncüsü, “İsmimi boşa kullanma.” Dördüncüsü “Şabat gününü, onu kutsal ilan etmek üzere hatırla.” Şabat, Tanrı’nın onurlandırmamızı istediği bir şey olacak. Şimdiye kadar dört emrimiz oldu ve bunların hepsi insanlar ve Tanrı arasındaki ilişkilerle ilgili. Son olarak beşinci ve son emre ulaştık: “Babanı ve anneni onurlandır.”
Olmadı! Bu emir pek de insanlar ve Tanrı arasındaki ilişkilerle ilgili görünmüyor. Çünkü, en son baktığımda ebeveyniniz insanlardan oluşuyordu. Bu ilk yüz insanlar ve Tanrı arasındaki ilişkileri içeriyorsa bu beşinci emrin bu yüzde ne işi var?
İlk dört emirdeki Tanrı-insan ilişkisi ile beşinci emirdeki ebeveyn-insan ilişkisi arasında bir çeşit ortak payda var mı? Bunun yanıtı, Tanrı’yı Yaratıcı’mız olarak düşünmemizdir, Tanrı elbette nihai Yaratıcı’dır ama insan yaratıcılarımız da vardır. O halde ilk yüz, “dikey ilişkiler” dediğimiz şeyle ilgilidir. Bunun nedeni, hem ebeveynin hem de Tanrı’nın otorite figürleri olmasıdır. Her şeyi onlara borçluyuz ve bu yüzden onların eşiti değiliz. Yani tablet # 1’de dikey ilişkiler diyebiliriz ve bu, tablet # 2’nin gerçekte neyle ilgili olduğunu gösterir: Yatay ilişkiler – akranlarımızla ilişkiler. Bu, yapının ilk katmanıdır.
Bir sonraki yapı katmanı, iki tabletin her birinin üzerinde beş komutun olması gerçeğinden geliyor. Bu ne anlama gelir? Belki iki taraf arasında bir tür karşılıklılık vardır. Düşünmenizi istediğim şey, “Bu iki yüz arasında bir karşılıklılık olması neden önemlidir?”
Şimdi başa “Yahudiliğin ne hakkında olduğunu iki cümle ile özetle” sorusuna dönmek istiyorum. Bu soru, yıllar önce Talmud’un ünlü hikayesinde gerçekten sorulmuştu. Yahudiliğe geçmek isteyen biri, büyük Talmud bilgini Hillel’e gelir ve “Tek ayak üstünde dururken bana tüm Tora’yı öğretebilir misin? Ben her şeyi öğrenmeye hazırım ama bir ayağımın üzerinde dururken bana öğretmelisin” der.
Ve çoğu zaman bu hikayeyi düşündüğümüzde, bunun bir şaka olduğunu düşünüyoruz, ancak geçiş yapacak kişinin sormaya hakkı olan bir sorudur: “Tüm bunların ne hakkında olduğunu anlamama yardım et.”
Hillel ona şöyle yanıt verdi:
Nefret ettiğini bir başkasına yapma. Tüm Tora budur. Gerisi yorumdur.
Bununla sıklıkla karıştırdığımız şeylerden biri, Rabbi Akiva’nın “Komşunu kendin gibi sev” sözüdür.
Ama Hillel bunu söylemedi. İlginç sorulardan biri de budur, neden? “Komşunu kendin gibi sev” sözü aslında Tora’dan bir ayettir (Levililer 19:18). Hillel’in “Nefret ettiğini bir başkasına yapma. Tüm Tora budur. Gerisi yorumdur” sözü Tora’da yer almaz. O halde sorabileceğiniz sorulardan biri şudur: “Bu sözün kaynağı nedir? Bunu nereden buldu?” Bu iki sözü karşılaştırırsanız; Akiva’nın söylediğinde çekici bir şey var, çünkü bu söz sevgi ile ilgilidir. Sevgi ikna edicidir, sevgi caziptir. Sevgi daha güçlü görünür. Gerçekten olumlu bir şeydir. Hillel’in söylediklerini düşünürseniz, aslında olumsuzluk içeriyor. Hiçbir şeyi gerektirmez. Sevmek zorunda değilsin. Hillel bunu nereden buldu?
Hillel bunu uydurmadı. Ve On Emir’i yapısal bir açıdan anlarsak, Hillel’in söylemeye çalıştığı şeyin gücünü göreceğiz. Öyleyse geri dönelim ve bunu yapmaya çalışalım. Yapının bir unsurundan bahsediyoruz – yatay ilişkiler, dikey ilişkiler. Şimdi yapının ikinci unsuru hakkında konuşmak istiyorum. Belki de tabletlerin iki yüzü birbirini aynalıyordur. Başka bir deyişle, aynı fikirler kendisini hem insan ile insanın yaratıcıları arasındaki ilişki dünyasında hem de insanın kendi akranlarıyla olan ilişki dünyasında göstermektedir.
Bu nedenle, on emir olmasının bir nedeni, beş temel ilkenin on ifadesi olmasıdır. Bunlar yaşadığımız iki temel dünyada kendilerini ifade ediyorlar. Dünyamızda yaratıcılarımız ile yaşıyoruz ve dünyamızda akranlarımızla yaşıyoruz ve bu emirlerin her biri için ortak payda bulabilir ve temel ilkeye ulaşabilirim. Bu yüzdeki emirleri diğer yüzdeki emirlere bağlayan fikirler nedir?
Tora bana onu yorumlamaya çalışırken ve neler olup bittiğini anlamada hem göreceli bir kesinlik duygusu verir, hem de bana bir anlam duygusu verir, bu emirlerin her birinin altında yatan daha derin bir şey vardır.
Yüzler arasındaki Paralellikler
Bu noktada konumuz, On Emir’de sadece beş temel ilkenin olmasıdır. On yasa vardır, ancak onları yöneten beş temel ilke vardır. Çünkü bu ilkelerin her biri kendisini biraz farklı iki alanda ifade eder; dikey ilişkiler ve yatay ilişkiler alanında. Fikir, kendini hangi alanda ifade ettiğine bağlı olarak biraz farklı görünecektir. Ve elbette, önerdiğimiz ilkeleri tanımlamanın yolu, ortak paydaya bakmanızdır – her birini ne yönlendiriyor?
Şimdi, bunlardan ilkini birlikte deneyelim. Her tabletteki ilk emirlere bakalım: Bir numaralı tablette ilk emir “Ben, Tanrın Aşem’im“, İki numaralı tablette ilk emir “Cinayet işlemeyeceksin“dir. Dikey ilişkilerde Tanrı’yı tanımanı engelleyen her neyse, yatay ilişkilerde cinayete neden olan da bu olmalıdır. Sizce bu ne olabilir? Sanırım ilk ipucu, bir insanı öldürmenin öncelikle büyük bir olay olduğunu anlamaktan geliyor. Buna baktığımızda insanlarda özel olan bir şey vardır. Tora, bunu insanların Tanrı’nın görüntüsünde yaratıldığını söyleyerek tarif eder. Bu, Tora’nın birini öldürmenin büyük sonuçları doğurmasının ardındaki fikridir.
İnsanlar özeldir, çünkü; tabiri caizse Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmışlardır. Biraz önce bahsettiğimiz iki emre geri dönerseniz, bir yandan ilk tabletteki “Ben, Tanrın Aşem’im” emrine ve ikinci tablette cinayeti yasaklayan emre, artık kimi öldürdüğünüzü biliyorsunuz: Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmış olan birini öldürüyorsunuz. Ve diğer tarafta tanımamız emredilen kim? Tanrı’nın kendisini tanımamız emrediliyor. Ve elbette buradaki ortak payda Tanrı’dır. Bu bize bir ipucu vermeye başlıyor mu? Bence öyle. Öyleyse devam edelim ve bu denkliği biraz daha fazla çözmeye çalışalım.
Öyleyse “insanlar neden diğer insanları öldürüyor?” sorusunu soralım. “Dünyada, o sevmediğiniz kişi olmasaydı hayatım daha iyi olurdu” diye düşündüğünüzü hayal edelim. “Belki de onu öldürmeliyim” diye düşündüğünüzde, bunun yaratıcılarımızla ilgili çok ilginç sorulara yol açtığını göreceksiniz. Birisinin “Dünyadaki yaratıcım olmadan hayatım daha iyi olurdu” dediğini düşünebilir miyiz? Başka bir deyişle, bunu yatay ilişkiler yerine dikey ilişkilere dönüştürürsek, “dünyada o kişi olmadan hayatım daha iyi olurdu” cümlesi yerini “hayatım dünyadaki yaratıcım olmadan daha iyi olurdu” düşüncesine dönüşür. Yaratıcım olmadan yaşamanın daha uygun olabileceğini hayal edebilirsiniz. Eğer durum buysa, bu şekilde hissetseydim, meydan okumam ne olurdu? Tanrıyı öldüremezdim. Yapabileceğim en iyi şey onu görmezden gelmek olurdu.
Cinayet ve görmezden gelmek hakkında düşünürseniz, aslında bu iki kavramda çok benzer bir şey vardır. Bu ikisi, birinden kurtulmanın iki farklı yolu, değil mi? Bunun nesnel bir yolu var ve bu o kişiyi öldürmektir. Ve bunun öznel bir yolu var ve bu da onu görmezden gelmektir. Her iki durumda da, birinden kurtuluyorum. Bu yüzden Tora’nın cinayetle görmezden gelme arasında bir bağlantı kurduğu görülüyor.
Dolayısıyla, ilk ilkeye geri dönersek, etrafta başka birisinin olmasına katlanmak zor olduğunda, bu ister yaratıcım olsun , ister akranlarım, ortaya çıkan ilk fikir onlardan kurtulma dürtüsüdür. Bunun aksi ise, diğerinin varlığını tanımak ve kabul etmektir.
Bu da bizi her iki yüzdeki ikinci emre getirir. İlk yüzde “Benim Önümde, başka tanrılar olmayacak” ve ikinci yüzde “Zina etmeyin” şeklindeki emirler ile karşılaşırız. Önce, zina hakkında düşünelim. Evli bir erkek ve bir kadın arasındaki bir ilişkiyi ifade eder. Putperestliği düşünelim. Aralarında ortak olan ne var? Yatay ilişkilerdeki zinanın, dikey ilişkilerde karşılığı putperestliktir. Örneğin, “zina” kelimesinin İngilizce karşılığı “adultery” kelimesidir ve “adulterate” kelimesi de “içine yabancı madde katmak” anlamına gelir. İki tür kutsal ilişki vardır. Yatay alanda, buna evlilik diyoruz. Dikey alemde buna tapma veya ibadet diyoruz. Bunlar çok ama çok özel ilişkilerdir ve bu ilişkiye ait olmayan bir şeyi bu ilişkiye dahil ettiğimde bu ilişkiye ihanet edebilirim ve o ilişkiyi yok edebilirim. İkinci emir, “bunu yapma” dır.
Bu da bizi üç numaralı “İsmi’mi boşa kullanma” ve “Çalma” emrine getirir. Bu iki emir arasında nasıl bir ortak bir payda görüyorsunuz? “Çalma” emri ile ilgili size vereceğim ipucu, “çalma” emrinin Rabbinik açıklamasıdır. Rabbiler, bu emri özellikle “adam kaçırma” yani insan bedenine karşı yapılan bir ihlal olarak açıklar. Ve bu, insan bedeni ile Tanrı’nın İsmi arasında ilginç bir denklik yaratmaktadır.
Bence bu gizem bize üçüncü ilke hakkında bir fikir verecektir. Ve bence ilginç bir ipucu İbranice “Tanrı’nın adını boş yere kullanma” cümlesinden geliyor. İlginç bir şekilde, “alma” veya ” kullanma” olarak tercüme edilen kelimeler “lo tisa“dır. “Tisa” kelimesi, “kaldırmak ya da taşımak” anlamına gelir. Cümlenin tam karşılığı Tanrı’nın İsmi’ni, sanki taşıyabileceğiniz veya götürebileceğiniz somut bir şey gibi görselleştirmektedir.
Bir akşam eve geldiğiniz ve evinizin dışındaki polis memurunu gördüğünüz. Ne hissederdiniz? Eviniz polis tarafından sarı bant ile çevrelenmiş, pencerenizdeki cam kırılmış. Hepimiz “sınırlarının ihlal edildiğini, çiğnendiğini” hissederiz.
Ve ihlal edilmek normalde kendi açımızdan bahsettiğimiz bir şeydir; ihlal olarak tecavüzde bedenimiz saldırıya uğrar. Ancak On Emir’in gerçekte önerdiği şey, başka bir şekilde de ihlal edilebileceğidir – birisinin değerli şeylerini alarak bir ilişkiyi ihlal edebilirsiniz. Ve böylece, daha önce de belirttiğimiz gibi, Rabbinik “çalma” yorumu ile Tanrı’nın İsmi’ni boşuna kullanmak arasındaki ortaklığa ulaşırız. Kaçırmak elbette bir kişinin bedenini götürmektir.
Bedeniniz hakkında düşünürseniz, bedeniniz gerçekten en değerli mülkünüzdür. Normalde sahip olduklarınızı düşündüğünüzde, sahip olduğunuz parayı, sahip olduğunuz arabayı düşünürsünüz, bedeninizin bir mülkiyet olduğu hemen aklımıza gelmez. Bedenimizin sahip olduğumuz bir şey olduğunun kanıtı, ona “bedenim” dememizdir. “Bedenim” kelimesi, o bedene sahip bir “ben” olduğu ve bir “beden” olduğu anlamına gelir. “Bedenim” bu dünyada benlik duygumun ifade edilme şeklidir ve bu yüzden sahip olduğum en önemli şeydir.
Bunun hakkında düşünürseniz, yatay ilişkilerde bir kişinin bedeni ne ise, dikey ilişkilerde Tanrı’nın İsmi odur. Tanrı’nın bedeni yoktur. Tanrı Kendisi’ni dünyada nasıl ifade eder? Eylemleriyle, yaptıklarıyla yani İsmi ile! Başka bir deyişle, dünyada bu türde iki benlik ifadesi vardır. “İsim” soyut bir benlik ifadesidir, “beden” somut bir benlik ifadesidir. Üçüncü ilke, o halde sahip olduklarımız söz konusu olduğunda, bunları kötüye kullanarak başkasını ihlal etmemektir.
Bu da bizi buradaki dördüncü prensibe getiriyor: “Şabat gününü, onu kutsal ilan etmek üzere hatırla” ve “Akranına karşı yalancı tanıklık etme”. Öyleyse neden Şabat gününü onurlandırdığımızdan bahsedelim. Geleneğimize göre, Şabat’ı onurlandırmak aslında bir tanıklık eylemidir. Tanrı’nın dünyayı yaratmış olduğuna tanıklık ediyoruz.
Tanrı hakkında bildiğimiz en önemli şeyden bahsediyoruz, O bizim ve dünyamızın Yaratıcısı’dır. Ve yine, benzetmeyi bu emirlere uygularsak, yatay ilişkilerde tanıklık akranlarla ilgilidir, dikey ilişkilerle tanıklık Şabat’ı korumak ile ilgilidir. Hem yatay hem dikey tanıklık bir başkasının eylemleri hakkında gerçeği söylemektir, aksi halde onları ihlal etmiş olursunuz. Neden? Çünkü eylemler de bir çeşit mülktür. Eylemler sahip olduğumuz bir şeydir. Bizi biz yapan şeyin parçalarıdır. Bu konuda yalan söylendiğinde, bu bir kimlik hırsızlığı olur. Bana ait olanları benden alıyorsun demektir. Benim ismime, itibarıma saldırıyorsun demektir. O halde dördüncü ilke, itibarı veya eylemleri koruma fikridir.
Ve bununla birlikte beşinci prensibe, belki de en zor olanına, akran ilişkilerinde “başkalarına ait hiçbir şeyi arzulama” ve dikey ilişkilerde “babanızı ve annenizi onurlandırın” emrine geldik. Burada bir şekilde karşılıklılık var ama bu ortak nokta nedir? Sanki dikey ilişkilerde ailenize itibar etmeme olarak kendisini gösteren belirli bir kişilik kusuru aynı zamanda kendisini yatay ilişiklerde başkalarına ait şeyleri arzulama olarak göstermektedir. Bu kusur nedir? Bu iki emirden hangi ilke ortaya çıkıyor?
Öz Saygı Yolu
Beşinci prensibin peşindeyiz. Şimdi, dikey ilişkiler ve yatay ilişkilerdeki iki emirden bu ilkeyi çıkarmaya çalışıyoruz: Bir yandan “Ailenizi onurlandırın“, diğer yandan “Başkalarına ait hiçbir şeyi arzulamayın“. O halde, gerçekte sormamız gereken soru, insanların neden bir şeyi arzuladığıdır? İnsanlar neden diğer insanların sahip olduğu şeyleri bu kadar çok isterler? Bu insan ruhuna nereden geliyor?
Tora, bize bir ipucu vermektedir. On Emir’in “Başkalarına ait hiçbir şeyi arzulamayın” emrini ifade ettiği dile bakarsanız, çok tekrarlı ve baskın bir dildir. Tora, sadece “Akranının evini arzulama” demiyor, devam ediyor: “Akranının karısını arzulama.” Devam ediyor: “Hizmetçilerini arzulama.” Devam ediyor: “Boğasını ve eşeğini, sahip olduğu hiçbir şeyi arzulama.” Ve tüm bu şeyleri ifade ederken son derece spesifik, belirli bir dil kullanıyor. Bir şey bitiyor, diğeri geliyor ve liste uzuyor. Neden tekrar tekrar aynı şeyi söylüyor?
Ve Tora, sanırım, imrenmenin doğasında takıntılı bir şey olduğunu öne sürüyor. Bu nereden geliyor? Eğer tüm bunlara sahip olursam mutlu olacağımı düşündüğümde kendime hangi yalanı söylüyorum ve bu işe yaramıyor?
Arkadaşımın sahip olduğu bir nesneyi istediğimde ona ulaşsam da bir başka nesneyi istemeye devam edeceğim ve bunun sonu gelmeyecektir. O halde bunun cevabı asıl istediğim şey: arkadaşımın sahip olduğu şeyler değil, arkadaşımın yerine geçmektir. Ben olmak istemiyorum, başkası olmak istiyorum. Ve kendime söylediğim harika yalan, arkadaşımın sahip olduğu şeylere ben de yeterince sahip olabilirsem bir şekilde “kendi hayatım” dediğim bu korkunç alandan bir şekilde çıkabilir ve bir şekilde farklı bir rol üstlenmiş gibi hissedebilirim, bir başkasının bu dünyadaki rolünü alabilirim.
Elbette ki o nesnelere sahip olmak gerçekte işe yaramıyor, asla O gibi hissetmiyorum. Bu yüzden bir sonraki şeye ihtiyacım var gibi hissediyorum ve sonra bir sonraki şeye ihtiyacım var, o zaman O gibi hissedeceğim. Eğer yatay ilişkilerde, bu açgözlülüğe sahip olursam, dikey ilişkilerim nasıl olurdu?
Ailenizi düşünün. Ailenizi neden onurlandırırsınız? Ailenizi onurlandırmanızın nedeni, sahip olduğunuz her şeyi size onların vermiş olmalarıdır. Ama, ya sahip olduğunuz her şeyin yeterince iyi olmadığını düşünüyorsanız? Ya bana yanlış eğitim verdilerse? Ya bana yanlış genleri verdilerse? Ya hayatın kendisini – bana verdikleri o büyük armağanı – hiç de büyük bir hediye olarak görmezsem. Onları onurlandırmak için hiçbir sebebim olmazdı. Çünkü, onlara karşı kızgınım!
Eğer Tora, bir yandan “imrenme” ve öte yandan “anne babanı onurlandır” diyorsa, asıl söylediği şey “kendinizden yüz çevirmeyin”dir. Birinin hayatını yaşamanıza ve bir başkası olmaya çalışmanıza gerek yoktur. Ebeveyniniz size onlara ebediyen borçlu olduğunuz son derece değerli bir şeyi verdi: Hayatınızı. Bu hayat değerlidir. Ailenizi onurlandırdığınız zaman, gerçekten ne diyorsunuz? Bize verdikleri hediyenin anlamlı olduğunu söylüyorsunuz. Size verdikleri hayat inanılmaz derecede değerlidir. Ebeveyninizi onurlandırmaktan daha büyük bir kendini onaylama eylemi yoktur. Ailenizi onurlandırdığınızda, aslında kendi varlığınızı olumluyorsunuz demektir. Beşinci prensip “kendini tanı” dır. Aileni onurlandıracak bir şeyin var. Arzulu olmanıza ve başka birinin hayatını almaya çalışmanıza gerek yoktur.
Bu noktaya kadar yapının iki katmanını gördük. İlk katman: iki tabletti. İkinci katman: yatayda karşılılıktı, On Emir’den ortaya çıkan beş ilkeydi. Ancak üçüncü bir yapı katmanı vardır: beş ilke arasındaki dikey ilişki!
Birinciden ikinciye, sonra üçüncüye, oradan dördüncü ilkeye doğru ilerlerken bunlar arasında bir ilişki olduğunu çıkartabilir miyiz? Bu ilkeleri topladığımızda, bunlar sadece bir grup rastgele ilkeler değildir. Birbirleriyle bağlantılıdırlar. Bu beş ilke arasındaki bağlantıların doğasını nasıl anlarız?
Bir numaralı ilkeye ve beş numaralı ilkeye bakın. Aralarındaki bağlantıları görüyor musunuz? On emir şöyle başlıyor: “Ötekinden yüz çevirme” ve şöyle bitiyor: “Kendinden yüz çevirme!”
Ve bu bizi On Emrin ilk dört ilkesi arasındaki bağlantıya getiriyor. On Emir’in gerçekte söylediği şey “onları ihlal etme“dir. Benliğin farklı faaaliyet alanları var olduğu için farklı ihlal seviyeleri vardır. Bildiğiniz gibi ilk benlik seviyesi bedeninizdir. Onları yok ederek başka birini ihlal etmeyin. Bu, bir yandan cinayet ya da öznel öldürme; görmezden gelme yasağıdır. Ama başka bir benlik seviyesi daha var. Evliliği, bu kutsal ilişkiyi ihlal etmeyin, putperestlik ya da diğer yolla. Malları ihlal etmeyin. Hırsızlık aracılığı ile kendimi ihlal edilmiş hissedebilirim. Ve sonra, ihlal edildiğimi hissettiğim başka bir şey daha var; eylemlerimi benden alıyorsanız, bir çeşit kimlik hırsızlığı yapıyorsanız, itibarımı yok ederseniz, ihlal edildiğimi hissederim. Benim kim olduğum hakkında doğru bir şekilde tanıklık et. Bütün bunlar ihlal etmemek ile ilgili olan, dört eşmerkezli benlik seviyesiyle ilgilidir.
Beşinci emir ne hakkındadır? Beşinci emir, kendinizi ihlal etmemekle ilgilidir. Belli bir noktada, zihniniz devreye girecek ve siz de “eğer herkes o kadar özel ise, hiçbir yönden ihlal edilemiyorlarsa, hiçbirini ihlal edilmeyecek kadar değerli kılan Tanrısallığa sahiplerse, o halde belki ben de değerli olabilirim” diyeceksiniz. Ve bence, benlik saygısının büyüdüğü ve bizi Hillel’e geri getiren öz budur.
Hillel, tüm Tora’yı “Nefret ettiğinizi, bir başkasına yapmayın” ilkesi ile anlatmaya çalışır. Ve Hillel’in söyledikleri ile ilgili ilginç sorulardan biri – Tora’da “Nefret ettiğinizi, bir başkasına yapmayın” diyen bir ayetin var olmayışıdır. Hillel, bunu nereden aldı? Sanırım cevap, bunu On Emir’den çıkardığıdır. Çünkü; On Emir’e bakıp, bu beş ilkeyi tespit edip, bu ilkeleri tek bir fikre kadar özetlediğinizde, bu fikir nedir? Fikir temel olarak “Kendinize yapılmasını istemediğinizi, başkalarına da yapmayın”dır.
İhlal edilmek istemezsiniz. Temel benliğinizin ihlal edilmesini istemezsiniz. İlişkilerinizin ihlal edilmesini istemezsiniz. Sahip olduklarınızın ihlal edilmesini istemezsiniz. İtibarınızın ihlal edilmesini istemezsiniz. Bütün bu değişik farklı benlik seviyelerinde bütünlüğümüzü isteriz. Biz ele geçirilmek istemiyoruz. “Kendinize yapılmasını istemediğinizi, başkalarına da yapmayın”, “İnsanları ihlal etmeyin” demenin başka bir yoludur. Ve bu prensibi düşünürseniz, onu gerçekten tek bir kelimeyle özetleyebilirsiniz. Bu kelime nedir?
Bu kelime, “sevgi” değildir. Bu Rabbi Akiva’nın “komşunu kendin gibi sev” sözündeki prensipten farklıdır. İhlal etmeme ilkesi, bence, “sevgi” ile değil, “saygı” ile daha kolay tanımlanabilir. Seni ihlal etmezsem, seni henüz seviyor olduğum anlamına gelmez ama sana saygı duyduğum anlamına gelir. Birisine saygı duymak ne demektir? İster dikey ilişki, ister yatay ilişki olsun, O’nu yada onları kendi amaçlarım için kullanabileceğim şeyler olarak görmemek, onlara ele geçirebileceğim şeyler gibi davranmamak, onları irademe göre şekillendirebileceğim araçlar olarak görmemem anlamına gelir.
Hem dikey ilişkilerde Tanrı, hem de yatay ilişkilerdeki insanlar inanılmaz derecede özeldir. Tanrı, Tanrı’dır. Ve insanlar b’tzelem Elokim, “Tanrısaldır.” Tanrısal şeyleri almaz ve olmasını istediğiniz şeylere dönüştüremezsiniz. Onlar oldukları şeydir ve saygı duyulması gereken şeydir.
Bu varlıklardan biriyle saygı duymadan ilişki kurmak neye benzer? Tanrı ile saygı duymadan ilişki kurmak neye benzer? Bu, putperestliğe benzer. Putperestlikte neye tapıyorsunuz? “Bir şeye” tapıyorsunuz. Ve bir putla kurduğunuz ilişki bir getiriye, alışverişe dayanıyor. Bu şeye biraz güç atfediyorum ve sonra onunla pazarlık ediyorum. Onu yatıştırmaya çalışıyorum. Hayatımı daha iyi hale getirmek için ondan bir şey çıkarmaya çalışıyorum ve o şeyle olan ilişkimin toplamı “bundan ne elde edebileceğime” indirgeniyor.
İnsanlarla da sahte tanrılar ile girdiğimiz ilişkiye benzer bir şekilde ilişki kurabiliriz: Senden ne alabilirim? Sen meslektaşımsın, belki bir sonraki iş görüşmem için senden referans alabilirim. Eğer benim popüler bir arkadaşımsan, belki aracılığın ile sosyal statü kazanabilirim. İş arkadaşımsan, senin üzerinden para kazandığım sürece arkadaşımsın. Sizi manipüle edebilirim; çünkü, bu dünyada gerçekten önemli olan tek şey benim. Geri kalan her şey sadece beni iyileştirmek için bir araç. Bana bir faydanız olduğunuz sürece çevremde kalabilirsiniz.
Dünyaya bakmanın bir yolu budur, ama dünyaya bakmanın Yahudice yolu bu değildir.
Onlara bir şey muamelesi yapmadığınız zaman bu neye benziyor? Tanrı’nın doğal tanrısallığını tanıdığınızda neye benziyor? Her insanın içinde küçük bir tanrısalık kıvılcımı taşıdığını fark ettiğinizde? İnsanlarla bu şekilde ilişki kurduğunuzda, yeni bir ilişki türünün yolu açılır ve bu da bizi Rabbi Akiva’ya getirir; gerçekten sevgi olarak adlandırabileceğimiz bir ilişkiye.
Sevgi iki çeşittir; “gerçek sevgi” diyebileceğimiz şey ve “aldatıcı sevgi” diyebileceğimiz şey. Bunun ne anlama geldiğini ayrıntılandırmak için bir dakikanızı ayıralım. Sevgi nedir? “Gerçek sevgi” ve “aldatıcı sevgi” diyeceğim şeyde ortak olan şey, sevginin “iki” Ben’den bir “Biz” yaratılmasıdır. Ne zaman seversen, bir şekilde bir şekilde bir araya gelirsin. Romantik sevgide, bu birlik en açık olanıdır. Aslında iki kişi tam anlamıyla bir araya geliyordur, fiziksel, duygusal, manevi; ama gerçekte her türlü sevgi ilişkisinde bu doğrudur. İlişkiler yaratırız, başkalarıyla birleşiriz. Onlara katılıyoruz; bir şirkette ekibe katıldığımızda, biriyle arkadaşlık kurarken ve bu ilişkilerden bir tür “biz” yaratıyoruz.
Fakat ne zaman katılırsanız, iki şekilde katılabilirsiniz, saygı ile katılabilirsiniz veya saygı olmadan katılabilirsiniz. Saygı ile katıldığınızda, “biz”in temel taşları olan iki “Ben”i onurlandırırsınız. Saygı duymadan katıldığınızda, “biz” iki “Ben”in birini ya da ikisini eziyor demektir. “Biz” bir “Ben”i ezdiğinde neye benzer? Birçok şey gibi görünebilir. Romantik sevgide aile içi şiddet gibi görünebilir. Sana bakıyorum ve bağımsız hareket ettiğin her eylemi ilişkimize yapılan bir ihanet olarak görüyorum. Neden kendi arkadaşların var? Bizim arkadaşlarımız var. Neden kendi parana ihtiyacın var? Bizim paramız var. Neden kendine zaman ayırmalısın? Peki ya biz? Ve artık nefes alacak hiçbir yeriniz kalmadı. Hep “biz”, “biz” ve “biz” “sizi” boğar.
Ya da sıradan bir arkadaşlıkta, “her zaman etrafımda olmalısın”. “Her zaman senin yanında olmalıyım”. Peki ya ekibime katılma şartları sizi küçük düşürüyor ve sizi hiçbir şeye dönüştürüyorsa? Kardeşliğime girecek olursan kendini parçalaman gerek. Bütün bunlar sevgi sahtekarlığıdır – bir bağ yaratırız, ama bağ sizi yok eder.
Sonuçta, Rabbi Akiva ve Hillel tartışmıyorlar, sadece biri diğerinin temelidir. Sevgi, evet, sevgi neyle ilgilidir, sevgi neye dayalıdır? Sevgi, saygıya dayalıdır. “Mah de seni lach lehavrach lo taavid“, “Nefret ettiğini bir başkasına yapma.” Herhangi bir gerçek ilişkinin ruhu, sevginin temeli, Yahudiliğin tümü budur; ve tüm ilişkilerimize her zaman yerine getirmemiz gereken tutum ve eylemlerdir ve bunu artık uçakta yan koltuktaki yolculuk arkadaşınıza söyleyebilirsiniz.
Kutsal Kitabınızı bilin!
Kutsal Kitabınızı bilirseniz, kimse inancınızı ve Tanrı ile olan bağlantınızı çalamaz.