Tora, Yaratılış Kitabı’nın henüz başında Tanrı’nın görüntüsünde yaratıldığımız söyler. Tora bize bir yandan Tanrı’nın hiçbir şeye benzemediğini, her şeyin ötesinde olduğunu, hiçbir şeyle kıyaslanamayacağını, hiçbir bedene, biçime veya şekle sahip olmadığını söylerken, aynı zamanda insanı Kendi görüntüsünde yarattığını söylemektedir. “Görüntüsünde” yaratılmak ne demektir?
Bakınız: “Görüntüsünde?” Bunun anlamının, örneğin; Tanrı’nın zeka sahibi gibi insanın da zeka sahip olduğu, insanın üst düzeyde dil geliştirme ve iletişim kurma becerisine sahip olduğu, bilgi ve tecrübeyi sonraki kuşaklara aktarabildiği, teknoloji yaratma kapasitesine sahip olduğu, insanın Tanrı’dan bir ruh barındırdığı, dolayısıyla doğru ve yanlışı ayırt etme yeteneğine sahip olduğu, insanın özgür iradeye sahip olduğu ve seçim yapma kapasitesine sahip olduğu, insanın bilince sahip olduğunun bilincinde olması olduğu gibi farklı fikirler söylenebilir. Bunların tümü doğru olabilir ama belki de Tora’nın kendisi “Tanrı’nın görüntüsünde” yaratılmanın ne anlama geldiği hakkında bir ipucu veriyordur?
Tanrı adamı Kendi görüntüsünde yarattı. Onu Tanrı’nın görüntüsünde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı.
Yaratılış 1:27
Tanrı, insanoğlunu Kendi görüntüsünde yarattığını söyledikten hemen sonra ne diyor ve neden erkek ve dişiyi birlikte vurguluyor?
Tanrı onları mübarek kıldı. Tanrı onlara “Verimli olun ve çoğalın. Yeryüzünü doldurun…” dedi.
Yaratılış 1:28
Tanrı, böylece Kendisi’nin insanı yarattığı gibi, insana da bir hayat yaratma, üreme potansiyeli verdiğini söylemektedir. Ama, üreme insana mahsus bir özellik değil ki? Hayvanlar ve bitkiler de ürer. Üreme, insanı diğer canlılardan nasıl ayırabilir?
Hem insanlar hem de hayvanlarda üreme dürtüsü bulunur, ama insanlarda bu dürtüye ilave olarak bu süreci zihni ile kontrol etme, yönlendirme ve bu eylemi yapıp yapmamayı seçme kapasitesi de bulunur. Yalnızca insanlar, yeni bir canlı yaratma amacıyla, yaptıklarının sonucunu bilerek, hedefleyerek ürer. Dolayısıyla, insanın üremesinde zeka ile eylem birlikte görev yapar. Zeka ile eylemin birlikte çalışması bize daha önce üzerinde konuşmuş olduğumuz “melaha”, amaçlı yaratıcı eylem kavramına getirir. Bir melaha için, önce zihnimde çevremi kendi irademe uygun olması için değiştirmek amacıyla yapacağım eylemi tasarlarım, sonra da planımı eylem dünyasında hayata geçiririm. İnsanların kendi türünden başka bir canlı yaratması, üremesi ile diğer hayvanların üremesi arasındaki fark budur.
Ancak, Tanrı’nın insanları yaratması ile insanların insan yaratması arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Tanrı’nın insanı yaratması sadece Kendisi’ne bağlıdır, bir insanın insan yaratması ise iki kişiye, 1:27 ayetinde Tanrı’nın insanoğlunu Kendi görüntüsünde yaratırken söylediği gibi erkek ve kadına bağlıdır. Neden? Belki de bir yaşam yaratabilmek dünyadaki en dehşet verici güç olduğu içindir- bir kişinin iradesine bırakılamayacak kadar.
1:28 ayetinin devamına bakalım:
…onu ele geçirin. Denizin balıklarına, gökyüzünün kuşlarına ve yeryüzü üzerinde hareket eden tüm hayvanlara hükmedin” dedi.
Yaratılış 1:28
Peki, bu nasıl yapacağız? Bizden fiziksel olarak çok daha güçlü, büyük, hızlı, uçabilen, yüzebilen canlılara nasıl hükmedebiliriz? Görünüşe göre bunu yapmış görünüyoruz. Bunu nasıl yapabildik?
Bunu tek bir kişi başarmadı. Zamanla insanlık medeniyeti yaptı. Bunu da aletler kullanarak ya da başka bir deyişle teknolojiyi yaratarak ve ondan faydalanarak yaptı.
Teknoloji, “melaha” kavramı ile ilişkilidir. Melaha’nın iki bileşeni vardır: zeka ve eylem ya da beyin ve el. Aletlerin yaratılması ile insanlık medeniyeti, zihnini ve ellerini birlikte kullanarak doğal yaşama hakim olmuştur.
Arthur C. Clarke’ın daha sonra Stanley Kubrick tarafından filme çevrilen bir kitabı vardır; 2001: A Space Odyssey (Bir Uzay Destanı) ve Kubrick bu filmin ilk sahnelerinde “insanın şafağı” olarak gördüğü şeyi tasvir eder. Bir hayvan iskeletiyle oynayan bir ilkel insan vardır ve bir kemiği keşfeder ve iskeletteki bu tek kemiği diğer tüm kemikleri parçalamak için kullanabileceğini fark eder. Geri döner ve bu kemiği, kabilesini diğer kabilelerden korumak için kullanır ve sonra sevinç içinde kemiği alıp gökyüzüne fırlatır. Kemik havada döner, döner ve kemik bir uyduya dönüşür ve birdenbire film bizi binlerce yıl sonraki geleceğe götürür. Bugünkü aletler, o zamanlar olduğundan çok daha farklı görünüyor ama yine de aynı görevi yerine getiriyorlar: Dünyayı değiştirebilmemiz, ona hükmedebilmemiz, onu fethedebilmek için çağlar boyunca birlikte çalışan, ellerle birleşmiş insan zihninin ürünleridir.
O halde, 1:28 ayetinde insanın iki tür yaratıcılığından bahsedilmektedir: Birincisi, biyolojik düzeyde yaratıcılık, ikincisi aletler kullanarak yani teknolojik düzeyde yaratıcılıktır. Her iki yaratıcılık alanında da insan zihni tarafından yönetilen eylem etkendir. Biyolojik alanda bu, zihin tarafından yönlendirilen eylem yoluyla çocuklar inşa ettiğimiz, çocuk sahibi olduğumuz anlamına gelir. Teknolojik alanda da, zihin tarafından yönlendirilen eylem yoluyla inşa ettiğimiz anlamına gelir. Burada inşa kelimesini kasıtlı olarak kullanıyorum, çünkü; İbranice “çocuk” kelimesinin ne olduğunu biliyor musunuz? “Ben” (בּן) kelimesidir. İbranice inşa etmek kelimesinin ne olduğunu biliyor musunuz? “Boneh” (בּנה) kelimesidir. Aynı ismin fiil biçimidir, sadece üç harfli fiili elde etmek için sonuna “he” harfini ekleyin. Biyolojik alanda çocuk inşa ederiz, teknolojik alanda alet inşa ederiz.
Böylece metin bize nasıl “Tanrı’nın görüntüsünde” yaratıldığımızı açıklamaktadır: Biyolojik olarak yaratabilir ve ne yaptığımızın farkında olarak bu gücü kontrol edebiliriz, Tanrı “gibi“. Aynı zamanda “melaha” yaparak, dünyayı kendi isteğimize göre şekillendirerek yaratabiliriz, Tanrı “gibi“.
Böylece, Tanrı’nın görüntüsünde yaratılmanın ne anlama geldiğinden ve yaratımın iki yolundan bahsetmiş olduk. Belki de Tanrı’nın altıncı günde insanlıkla konuşması bize bir ipucu veriyordur. Bunun anlamı, Büyük Yaratıcı’ya benzeme çabasında küçük bir yaratıcı olmak demektir. Tıpkı Tanrı’nın yaptığı gibi, biyolojik alemde bu dünyaya yeni insan hayatı getirebilmek demektir. Dünyamıza hükmetmek, doğayı ihtiyaçlarımıza uyacak şekilde biçimlendirebilmek demektir. Tanrı’nın yaratma sürecinde yaptığı gibi, biz de yaratma sürecimizi haftanın altı günü devam ettiriyoruz. Bu, kendinin farkında olan varlıklar olarak dünyanın geri kalanına hükmetmenin ne anlama geldiğini anlayabilmek ve bunu yaparken bile – biz irademizin kontrolü ile üreyebilen insanlar olarak – bitki dünyasının tohumlarını bile tüketirken bir bedeli ödediğimizin, bunun bir cana malolduğunun önemini kavrayabilmek demektir. Tanrı’nın insanla konuşmasına bakarsanız, onu inanılmaz bir güçle, yaratıcı güçle taçlandıran bir konuşmadır.
Ancak bu güçten ortaya çıkan sorumluluk, Tanrı’nın ertesi günü, yedinci günü örnek olarak gösterdiği durma, bırakma sorumluluğu, yarattığınız şeylerin bağımsız olmasına, var olmalarına izin verme sorumluluğudur. Amaç, bırakabilmek ve yarattığınız varlık ile bir ilişki kurabilmektir. Amaç, yaratıcılığın kontrolden çıkıp nihayetinde kendini yok etmesine izin vermemektir. Tanrı’nın başlangıçta, yaratılışın ilk yedi günü ile bizim için bir hedef olarak oluşturduğu model budur. Tanrı, dinlenmenin ne anlama geldiğini biçimlendirir. Küçük yaratıcı, disiplinli yaratıcılığın sırrını öğrenir.
Sonraki Yazı: Sünnet Antlaşması
Kaynak: Rabbi David Fohrman