İki Ağacın Hikayesi (6)
Hangi İlahi sesi dinlemelisiniz? Size sözcüklerle gelen Tanrı’nın sesini mi, yoksa benliğinizi harekete geçiren içinizde çarpan Tanrı’nın sesini mi?
Daha önce, yılanın Hava’ya söylediği ilk sözlerinin tuhaflığını sorgulamıştık: “Tanrı bahçedeki ağaçlardan hiçbirinden yememeyi söylese bile…” Buradan sonra cümlenin sonu gelmiyordu, sanki yılan en can alıcı noktaya gelmeden önce sözü kesilmiş gibiydi. Şimdi cümlenin sonunu getirmeyi deneyelim.
Yılan şöyle diyor gibi görünüyor: “Tanrı yeme dediyse bile, ne olmuş? Yine de yap!” Tamam, burada duralım. Buradaki ayartı tam olarak nerede? Bir asırdan fazla önce yaşamış olan, Kutsal Kitap Açıklaması konusunda bir dev olan Rabbi Samson Raphael Hirsch tarafından geliştirilen bir yaklaşımı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Hirsch, yılanın sözlerine giden anahtarın sözlerdeki vurguda yattığını öne sürmektedir: Yani, cümlenin hangi kısmının italikleştiğine bağlıdır. Yukarıda okuduğuz gibi, “Tanrı, yeme dediyse bile, ne olmuş? Yine de yap!” sözünde Hirsch şunu sorar: Eğer “dediyse” kelimesine vurgu yaparsak ne değişir?
Cümle şimdi çok daha farklı gelir:
“Tanrı, yeme dediyse bile, ne olmuş?
“Bu arzuları içine yerleştiren Tanrı değil mi?”
Yılan gerçekte Tanrı’nın otoritesine meydan okumuyor. İddiası çok daha dar: Diyor ki, dikkat etmeniz gereken, asıl önemli olan şey Tanrı’nın söylediği sözler değildir. Hirsch, yılanın fikrini şu şekilde açıklar:
Tanrı sana ağaçtan uzak durmanı söylemiş olabilir, ancak kendine sorman gereken soru şu: Ağaçtan yemek istiyor musun? Onu arzuluyor musun?
Diyelim ki ağacı arzu ediyorsun, bu arzular sana nereden geldi?
Onları senin içine kim yerleştirdi? Bu arzuları sana veren Tanrı değil mi?
Bu arzulara sana veren Tanrı…Çünkü, seni bu şekilde yaratan O!
Sonuç olarak, yılan büyük ve korkunç bir çelişkiye işaret etmektedir: Bir yandan, Tanrı’nın sesi size ağaçtan yememe talimatı veriyor. Diğer yandan, Tanrı’nın başka bir sesi yani Tanrı’nın içinizdeki sesi; yani isteklerin, tutkuların, arzuların, ağaçtan yemen için seni çağırıyor.
Peki hangi sesi dinlemelisiniz? Size sözcüklerle gelen Tanrı’nın sesini mi, yoksa benliğinizi canlandıran, harekete geçiren içinizde sürekli atan Tanrı’nın sesini mi? Hangi ilahi ses sizin için öncelikli?
Sizi bilmiyorum, ama yılan şöyle diyor: “Tanrı, yeme dediyse bile, ne olmuş? Size sözcüklerle gelen ses öncelikli değildir. Asıl önemli ve öncelikli olan içinizdeki sesin ne dediğidir.”
Ne kadar güncel, ne kadar hayatın içinden bir konu! Bu konuyu çok kısa süre önce arkadaşlarınızla tartışmıştınız değil mi? Üstelik, bu konunun Tora’nın ilk bölümlerinde tartışılan bir konu olduğunu bilmeden.
Çıplak Yılan
Yılan bunu söylerken, ne kötü niyetli ne de aldatıcıdır. Aksine, çok masum, çok doğrudan, çok çıplak görülebilir. Sonuçta size sadece yılan olmanın nasıl bir şey olduğunu söylemektedir.
Şunu düşünün: Tanrı, Kendi iradesini bir yılana nasıl bildirir? Ya da Tanrı Kendi iradesini herhangi bir hayvana bildirir mi?
Tanrı, hayvanlara akılsal, fikirsel düzlemde talimat vermez. Onlarla sözcüklerle konuşmaz. Yılanlar, kuşlar ve kertenkeleler için Sinay Dağı’nda açığa çıkan bir Kutsal Kitap yoktur. Ama bir yılanın bir Yasa Kitabı’na sahip olmaması, onun için yasaların olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, hayvanlar İlahi İrade’yi oldukça sadık bir şekilde takip eder. Tanrı’nın sesi onların içlerinde apaçık biçimde yankılanır. Tanrı, hayvanlarla onların içerisine yerleştirdiği tutku, istek ve içgüdüleri vasıtası ile konuşur.
Ne zaman bir boz ayı bir Alaska nehrinde somon avına çıksa; ne zaman işçi arılar kovandan erkek arıları kovsa, bir hayvan her zaman “doğal” davranır, içgüdüsünün veya arzusunun sesine itaat eder, yani bir hayvan daima Yaratıcı’sının isteğini yerine getirir. Asla isyan etmez, asla Yaratıcı’sının isteği dışına çıkmaz.
Öyleyse, yılan açısından “çelişki”den çıkış yolu oldukça açıktır: “Tanrı, yeme dediyse bile, ne olmuş? Tanrı’nın gerçek sesi, kelimelerde bulunmaz. Tanrı’nın gerçek sesi, sizinle dışarıdan konuşmaz. Tanrı’nın sesi içinizde durmaksızın atar.”
İşte bu yılanın temel ayartısıdır. Bu bizim insanlığımızın özüne inen bir ayartıdır. Daha önce ne sorduğumuzu hatırlayın: Neden yılan Adam için uygun bir eş olamıyor? İnsanlığın temelde yılandan veya hayvan dünyasının herhangi bir üyesinden farkı nedir?
Şimdi bunun üzerinde duralım.
İnsanlar olarak bizi hayvanlardan ayıran konuşabiliyor olmamız mıdır? Belki. Fakat konuşan bir hayvanla karşılaşsak, ona insan haklarını verir miyiz? Son zamanlarda, bilim insanları maymunlara sınırlı bir işaret dili öğrettiler. Bu durumda bu maymunlar artık insanlar olarak nitelenebilir mi?
Belki de bizi insan yapan gelişmiş zekamızdır. Ama ya gerçekten zeki bir hayvanla tanışırsak? Örneğin yunuslar, bazı bilim insanlarının iddia ettiği kadar zekiyse, insanların sahip olduğu haklara sahip olmalılar mı?
Öyleyse, insanlığımızın anahtarı konuşma, iki ayak üzerinde yürüme ya da akıllıca düşünme kabiliyetimiz içerisinde yatmıyorsa ki bu yeteneklerin tümü arkadaşımız ilkel yılan tarafından da paylaşılmaktadır, o halde insanlığımız nerede yatmaktadır?
Bu sorunun cevabı şu soruya nasıl cevap verdiğinize bağlıdır: “Tanrı seninle nasıl konuşur? Tanrı’nın öncelikli sesi nedir?”
Eğer Tanrı sizinle öncelikle tutkularınız, arzularınız, bedensel eğilimleriniz ve içgüdüleriniz vasıtasıyla konuşuyorsa tek yapmanız gereken, Tanrı’nın sizden ne istediğini öğrenmek için bu arzularınızı incelemektir, o halde siz de hayvanlar dünyasının bir üyesisiniz.
Tanrı’nın, içgüdülerinize ve tutkularınıza etki etmenin ötesinde sizden beklentileri varsa; eğer Tanrı sizin zihninize hitap ediyor, sizden arzularınızın, güdülerinizin üzerine çıkmanızı veya onları yapıcı bir şekilde daha yüksek amaçlar için yönlendirmenizi istiyorsa, o zaman bir insansınız.
Yılanın gerçekte yaptığı şey, Adam ve Hava’yı, artık bir hayvan değil, insan olmanın ne anlama geldiğiyle yüzleşmeye zorlamaktır.
“Şeytan kimdir?” başlıklı yazımızda şöyle yazmıştık: “Şeytan’ın görevi insanları Tanrı’ya olan inançlarından uzaklaştırmaya çalışmak değil, insanların Tanrı’ya olan inançlarının, sadakatlerinin ve bağlılıklarının derinliğini ortaya çıkarmaktır.”
Sonuçta yılan gerçekten kelimenin tam anlamıyla “‘arom‘dur – çıplaktır.” Yılan, “Tanrı, yeme dediyse bile, ne olmuş? diye sorduğunda, doğrudan, açık ve dürüst davranmaktadır. Sadece şunu söylüyordu: “İşte yılan olmak böyle bir şeydir”.
Öte yandan, yılanın sözlerine kendi açımızdan, Adam ve Hava’nın perspektifinden baktığımızda, yılanın sözleri “‘arom‘dur – kurnazca ve aldatıcıdır.”
Yılan için doğru olan, bizim için doğru olmak zorunda değildir. Yürüyebilir, konuşabilir, zeki olabilir – ama biz ondan farklıyız; onunla ilgili olmayan bir ses duyuyoruz. Her şey düşünülüp tartıldığında yılan değiliz.
Güzel ve Çirkin
Yılanın sorusu kendisini Yasak Meyve’yi yeme önerisi şeklinde göstermektedir. Dikkatli bakarsak, bu önerinin yılanın “Tanrı’nın bizimle konuşmakta olduğu öncelikli yolun arzuların sesi olduğu” yönündeki iddiasını doğal olarak takip ettiğini görürüz.
Meyveyi almaya karar vermeden önce Hava, önündeki seçimi gözden geçirir. Metne göre olanlar şudur:
Kadın, ağacın yemek için iyi, gözler için zevk ve ağacın bilgelik elde etme konusunda çekici olduğunu gördü…(Yaratılış 3:6).
Bu çeviri, çoğu tercüme tarafından yapılan çeviridir ve gerçekten de bazı yorumcular da bu ayeti bu şekilde yorumlamaktadır. Ancak orijinal İbranice metin biraz daha karmaşıktır. Son cümlenin, “venechmad ha’etz lehaskil” ifadesinin daha kelime kelime çevirisi, ağacın “bilgelik elde etme konusunda çekici” olduğunu değil, “ağacın üzerinde düşünmek konusunda çekici” olduğu biçimindedir.
“Üzerinde düşünmesi çekici.” Bu tuhaf bir cümledir, belki de bu nedenle birçok çeviri bu çeviriden kaçınmaktadır. Bunun anlamı nedir? Ne tür şeyler üzerinde düşünmek çekicidir? Bu son ifade, ilk iki ifade ile nasıl uyuşmaktadır? Bu üç ifade, “yemek için iyi” / “gözler için zevk” / “düşünmek için çekici” – hepsi bir şekilde birbiri ile ilişkili midir?
Evet. Bu ifadelerin her üçü de ağacın Hava’ya estetik açıdan, güzellik düzeyinde veya daha doğrusu arzu düzeyinde nasıl hitap ettiğini anlatmaktadır. Her açıklama meyvenin nasıl “arzu edilir” olduğunu gösterir ve her açıklama bir öncekinden daha gelişmiş, daha ince ve daha yüksektir.
Örneğin, bir lolipopun tadı “yemek için iyidir.” İki yaşında bir çocuk bile bunu takdir edebilir. Fakat ağız için değil, “gözler için zevk” olan bir gülün güzelliğini takdir etmek için on yaşında bir çocuk gerekebilir. Ve “düşünmek için çekici” şeyler nelerdir? Bu, fiziksel duyularımıza değil, aklımıza hitap eden bir güzelliktir. Emily Dickenson’ın şiirleri; Beethoven’in senfonileri; zarif bir tartışma gerçekleştirme, bütün bunlar, üzerinde “düşünmek için çekicidir.” Akla hitap ederler, evet, ama doğru oldukları için değil, güzel oldukları için. Gerçekten de örneğin bir şiir doğruyu ifade edebilir veya etmeyebilir veya iyi bir tartışmacı yalan söylese bile etkileyici olabilir. Zihin bu tür şeylerin güzelliğini takdir eder ve bunları çekici bulur.
Ağacın meyvesinden arzu damlıyordu
Ağaç, bize estetiğin tüm seviyelerinde, en açık olanından, en ince ve rafine olanına kadar hitap ediyordu, Ağacın meyvesinden arzu damlıyordu.
“Tanrı, yeme dediyse bile, ne olmuş?
Arzu ve içgüdü, Tanrı’nın iradesinin O’nun sözlerinden daha güvenilir göstergeleridir. Ağaçtan yiyin, içinize daha derin bir arzu getirin ve sonuçta gerçekten tanrısal olacaksınız.”
Artık tüm bunların “iyi ve kötüyü bilmek” ile ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. “İnsan ruhundaki arzunun rolü üzerine bir savaş,” neden “iyi ve kötünün bilgisini” içeren bir ağacın üzerinde yapılıyor?
Bunu bir sonraki yazımızda keşfedeceğiz.
Sonraki Yazı: İki Ağacın Hikayesi (7)
Kaynak: David Rabbi Fohrman