İki Ağacın Hikayesi (14)
Konu ile ilgili önceki yazılarımızda, İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’na bakmıştık, ama yine de sizinle ele almak istediğim iki soru var. Bunlardan biri şudur: Yaratılış Kitabı 3. Bölüm 5. ayette, Yılan, Hava’ya İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yerlerse Tanrı gibi iyiyi ve kötüyü bileceklerini söylemektedir. Peki ama neden Tanrı, her şeyin Yaratıcısı “iyiyi ve kötüyü bilen” olarak tanımlanıyor?
Tanrı, neden “iyiyi ve kötüyü bilen” olarak tanımlanıyor?
Yılan yalan mı söylüyor, yoksa doğru mu? Tanrı”yı tarif ederken “iyiyi ve kötüyü bilen” tanımını kullanmak tuhaf gelmiyor mu? Tanrı hakkında “her şeyi bilen”, “her şeye gücü yeten”, “adil”, “yardımsever” gibi tarifleri kullanmayı anlayabiliriz ama Tanrı’yı neden “iyiyi ve kötüyü bilen” olarak tanımlayalım? Tanrı’yı tarif etmemiz istenseydi, aklımıza gelen ilk tanım bu olmazdı. Nitekim, 3.Bölüm’ün sonu, Yılan’ı doğrulamaktadır. Tanrı, Adam ve Hava’yı Eden’den çıkardığında, onları çıkarması gerektiğini, çünkü; iyi ve kötüyü tanıma konusunda onlar gibi olduğunu söylemektedir (Yaratılış 3:22). Yine “İyi ve kötüyü bilme” tarif edilmektedir. Artık, iyiyi ve kötüyü bildikleri için ellerini uzatıp Yaşam Ağacı’ndan yemeleri engellenmelidir. Yani Tanrı, Yılan’ın söylediği şeyi doğrulamaktadır. Neden Tanrı’yı “iyiyi ve kötüyü bilen biri” olarak düşünelim?
Bu serinin birinci yazısında belirtmiş olduğumuz gibi, “Şaşırmışlar İçin Kılavuz” adlı eserinin 1:2 bölümünde Rambam, insanın İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yedikten sonra akla veya bilgiye kavuşması gibi bir ilerlemenin söz konusu olmadığını belirtmektedir. Tanrı’nın bir eylemi yasakladıktan sonra, O’nun koyduğu kurala uymamasının cezası olarak insana bir ödülün; daha önce sahip olmadığı doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt etme yeteneğinin verilmiş olması mümkün değildir. Akıl, doğruyu ve yanlışı ayırt yeteneği, İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yemeden önce insanda vardı. Çünkü, Tanrı, insanı görüntüsünde ve benzeyişinde yaratmıştı (Yaratılış 1:26) ve bu nedenle “Onu Elokim’den biraz aşağı kıldın (Mezmurlar 8:5)” denmiştir.
Bir önermenin “doğru” veya “yanlış” olduğunu söylediğimde, nesnel gerçekliği tarif ediyorumdur. Örneğin, 2 + 2 = 4 önermesi için “iyi” veya “kötü” yargılarında bulunulamaz. “Doğru” veya “yanlış” denebilir. Bu gerçek, onunla ilgili duygularımdan bağımsız bir gerçekliktir. Aynı biçimde, ahlaki eylemleri “doğru veya yanlış” olarak tanımlarsak, bu tanımlamalar ahlaki seçimlerin nesnel bir temele dayandığını söylemek demektir. Bu ise “nesnel bir ahlak yasası” bulunduğunu ima eder. Nesnel ahlak yasasını yaratan Yaratıcı’mın benden beklediği, davranışımlarımı bu nesnel gerçeklik ile uyumlu hale getirmeye çalışmaktır.
İbranice “günah” anlamına gelen “het” חטא kelimesi “hedefi ıskalamak” demektir (bkz. Hakimler 20:16) (Türkçe “hata”). Ahlaki kararları doğru ve yanlış arasındaki seçimler olarak gördüğümüzde, her ahlaki karar “hedefi vurmaya” çalışmak, hedef ise “Tanrı’nın iradesine uymak” anlamına gelir. Öyleyse günah yani hedefi ıskalamak, insanın kendisini “Yaratıcı’nın iradesi” olarak adlandırılan nesnel gerçeklikle uyumlu hale getirememek demektir.
Bir ahlaki eylemi “doğru” değil de “iyi” olarak tanımladığımızda ne fark etmektedir? “Doğru” kelimesi, “gerçek” ile ilişkili bir öze sahipken, “iyi” kelimesi nesnel bir kavram değil, öznel bir kavramdır. Bir şeyin “iyi” olduğunu söylediğimde, size söylediğim; onu onayladığım ve onun tarafımca arzu edilir olduğudur. Rambam şunu anlatıyordu: İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yemek, “doğru ve yanlış” dünyasından “iyilik ve kötülük” dünyasına geçiş, ahlaki eylemlerin nesnel bir seçimden, öznel seçimlere geçişi anlamına geliyordu. Yani arzular, istekler, ahlaki seçimlerin kaçınılmaz bir parçası haline geliyordu.
Eylemleri “iyi” ve “kötü” olarak nitelemek, aynı zamanda seçimi yapan kişinin öznel yargıları, arzuları ile ilgilidir. “İyi” ve “kötü” tanımları, “doğru” ve “yanlış”ın aksine, nesnelerin kendisi ile ilgili değil, bu nitelemeleri yapan kişi hakkında bize bir şey söylemektedir. Artık “arzu” resmin kaçınılmaz bir parçasıdır, doğru ve yanlış artık “içeriden” görülmektedir.
İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yedikten sonra insanın doğru ve yanlışı ayırt etme gücü bulanıklaşmış, dünyayı “arzu” gözlüğünden görmeye başlamıştır.
“Bilgi Ağacı” arzu ile derinden ilişkiliydi, en temel seviyeden (tadı) en derin seviyeye (akıl) kadar her estetik seviyede bize hitap ediyordu. Bilgi Ağacı öncesi dünyada, arzu daha kolay kontrol ediliyordu. Arzu, insanın doğal bir parçasıydı, ama geri kalan doğamız ile dengede olan bir parçaydı. Görüşümüzü bulanıklaştırma olasılığı daha düşüktü. Ağaç sonrası dünyada ise arzu, insan ruhunda daha belirleyicidir. Arka planda daima hesaba katılması gereken bir güç olarak yaşamını sürdürmektedir. Arzu, dış dünyayı onun aracılığı ile gözlemlediğim bir filtre haline gelmiştir. Artık açıkça “doğru” ve “yanlış” ile tanımladığım berrak bir dünya yerine, arzu ile bulanıklaşmış bir dünyayı, “iyi” ve “kötüyü” görüyorumdur.
İbranice’de doğru ve yanlışı ifade etmek için “emet” ve “şeker” kelimeleri kullanılır. İyi ve kötüyü ifade etmek için ise “tov “ ve “ra” kelimeleri kullanılır. Özetle, İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı bize daha önce sahip olmadığımız doğru ve yanlışı ayırt etme anlayışını vermemiştir, aksine; bu anlayışı “İyi ve Kötünün Bilgisi” olarak adlandırılan bir şeye dönüştürmüştür.
Tora, neden kendisini “Yaşam Ağacı’nın” yerini almış olarak tanımlamaktadır?
İkinci soru şudur: Tora’nın kendisini bir tür yaşam ağacı olarak tanımladığından bahsetmiştik. Keruvim adı verilen melekler hakkında konuştuğumuzu ve Tanrı’nın onları Yaşam Ağacı’na geri dönüş yolunu korumak için atadığını hatırlıyor musunuz? Bu melekleri bulduğumuz diğer tek yer, daha önce de bahsettiğimiz gibi, Tapınak’ta, içinde Tora ve On Emir’in bulunduğu Antlaşma Sandığı’nı korudukları yerdir. Bu melekler başta orijinal Yaşam Ağacı’nı korumaktadır ve sonra Yaşam Ağacı olarak tanımlanan Tora’yı korumaktadır. Sizi orijinal Yaşam Ağacı’ndan uzak tutan aynı melekler, burada size Tora’ya erişim hakkı veriyor gibi görünmektedir. Öyleyse, Tanrı’nın bize verdiği Tora / Yasa bazı yönlerden bu orijinal Yaşam Ağacı’na geri dönme anlamına gelmektedir. Bilgi Ağacı’ndan yedikten sonra sahip olabileceğiniz Yaşam Ağacı.
Bilgi Ağacı’ndan yemeden önce sahip olabileceğiniz Yaşam Ağacı size ölümsüzlük verir, Bilgi Ağacı’ndan yedikten sonra sahip olabileceğiniz Yaşam Ağacı ise başka bir şey yapar. Bu, bir tür Yasa’dır. Öyleyse, bu Yasa, ölümsüzlük ya da Yaşam Ağacı olma fikri ile nasıl bağlantılıdır? Nasıl bir ilişki kurulmaktadır?
İşte iki soru budur. Tanrı, neden “iyiyi ve kötüyü bilen” olarak tanımlanıyor?
Tora, neden kendisini “Yaşam Ağacı’nın” yerini almış olarak tanımlamaktadır?
Pekala, ilk olarak, birinci sorudan bahsedelim. Şimdi doğruyu ve yanlışı iki açıdan düşünmek istiyorum – ve buna daha önce de değindik, ama sadece açıklığa kavuşturmak istiyorum. Doğru ve yanlış içeriden neye benziyor ve doğru ve yanlış dışarıdan neye benziyor? Ve “içeriden” ve “dışarıdan” diyerek ne demek istiyorum?
Şimdiye kadar doğru ve yanlış hakkında dışarıdan konuşuyorduk ve dışarıdan demek istediğim – en azından Rambam’ın önerdiği gibi – insanlar olarak doğru ve yanlışı ayırt etmeye çalışmadaki amacımız, neyin gerçek neyin gerçek olmadığını görmeye çalışmaktır. Bunlar, daha önce tanımladığımız gibi, doğası gereği nesnel arayışlardır.
Doğru ve yanlışın “dışarıdan” görünmesi demek, bizim dışımızda var olan kriterlere göre önermeleri değerlendirmek, uygun ise “doğru”, uygun değilse “yanlış “olarak nitelemektir. “Dışarıdan” baktığımızda öznel değerlendirmeler, sonuca etki edemez. Kriterler, bizim dışımızda var ise yani kriterlerin kaynağı bizim dışımızdan geliyorsa, sonuç olarak ya söz konusu kriterlere uygun davranırız ya da uygun davranmayız. Ya hedefi vururuz ya da vurmayız.
Peki, “içeriden” doğru ve yanlış neye benziyor? “İçeriden” bakmak demek, değerlendirmeye öznel kriterler dahil etmek demektir. Tanrı’nın bakış açısından doğru ve yanlış, Tanrı’nın iradesi, Tanrı’nın isteği’ne uygunluk ile tanımlanır. Bunun anlamı, Tanrı’nın doğru ve yanlışa “içeriden” bakmasıdır. O’nun bakış açısından doğru ve yanlış, Tanrı’nın kendi arzusuyla özdeşleşmiştir. Tanrı’nın bakış açısından, Tanrı gerçekten de iyiyi ve kötüyü bilendir.
Öznellik, “içeriden” bakmak, dışarıdaki bir faktöre değil, size bağlı olması anlamına gelir. Ahlak, Tanrı’nın içeriden bakışına bağlıdır. O’nun iradesine uyan şeyler “iyidir” ve onu sever. O’nun iradesine uymayan şeyler “kötüdür” ve sevmez. Ahlak, Tanrı’nın arzusuna uymaktır. İyi ve kötü, Tanrı’nın Kendisi’nden, “içeriden” kaynaklanır. Tanrı açısından doğru ve yanlış, Tanrı’nın Kendisi’nden kaynaklanan “iyi” ve “kötüye” uygun davranmaktan kaynaklanır. Yani, Tanrı açısından doğru ve iyi, yanlış ve kötü özdeştir. İnsan açısından iyi ve kötü ise, insanın arzularına uygun olmasını ifade eder.
İnsan açısından doğruyu yapabilmek, Tanrı’nın arzusuna, iradesine uygun olanı yapmaya bağlı olduğuna göre, Tanrı’nın iradesini nasıl anlayabiliriz? İnsanlar olarak Tanrı ile ilişki kurmamızın birinci yolu, O’nun yaratımını anlamaktır. O halde, evreni yaratma hakkında konuşalım. Tanrı’nın yaratma, hayata geçirme iradesi çok güçlü, çok arzuluydu. Ancak bu yaratım, disiplinli, sınırlandırılmış bir yaratıcılıktı. Evreni yaratan yaratıcılığı düşünürseniz, bu an sadece adının çağrıştırdığı gibi büyük bir patlama anı değildir, yani disiplinsiz bir “patlama” değildir, patlama bile değildir. Tüm evreni yaratan Büyük Patlama’yı araştırırsanız John Leslie’nin Universes veya Martin Rees’ın Just Six Numbers gibi kitapları okursanız, Büyük Patlama’nın, tam olarak nasıl olması gerektiğine dair çok ciddi matematiksel kısıtlamalar olduğunu görürsünüz. Evreni oluşturan büyük patlama rastgele kriterlere dayanmıyordu ve evrenin sonuçta bilinç sahibi canlılar oluşturmasını sağlayacak potansiyeli barındırıyordu. Bildiğimiz haliyle evrenin var olması için inanılmaz derecede ince ayar yapılması gereken bir dizi faktör vardı. Örneğin;
N, elektromanyetik kuvvetin bir çift proton arasındaki yerçekimi kuvvetine oranı yaklaşık 10 36‘dır. Bu değer, önemli ölçüde daha küçük olsaydı, sadece küçük ve kısa ömürlü bir evren var olabilirdi.
Hidrojenden helyuma füzyonun nükleer verimliliğinin bir ölçüsü olan Epsilon (ε) 0,007’dir: dört nükleon helyuma dönüştüğünde, kütlelerinin 0,007’si (% 0,7) enerjiye dönüştürülür. Ε değeri kısmen güçlü nükleer kuvvetin gücüyle belirlenir. Eğer ε 0,006 olsaydı, yalnızca hidrojen var olabilirdi ve kopleks kimya imkansız olurdu. Bu değer, 0,008’in üzerinde olsaydı, tüm hidrojen Büyük Patlama’dan kısa bir süre sonra birleşeceği için bu durumda da hidrojen mevcut olmazdı.
Yaygın olarak yoğunluk parametresi olarak bilinen Omega (Ω), evrendeki yerçekimi ve genişleme enerjisinin göreceli oranıdır. Bu, evrenin kütle yoğunluğunun “kritik yoğunluğa” oranıdır ve yaklaşık olarak 1’dir. Yerçekimi, karanlık enerji ve ilk genişlemeye kıyasla çok güçlü olsaydı, evren henüz yaşam geliştiremeden çökerdi. Öte yandan, yerçekimi çok zayıf olsaydı bu durumda yerçekimi topaklanmaları oluşamayacak ve dolayısıyla hiçbir yıldız, gezegen oluşamazdı.
Yaygın olarak kozmolojik sabit olarak bilinen Lambda (Λ), karanlık enerji yoğunluğunun evrenin kritik enerji yoğunluğuna oranını tanımlar. Planck birimleri cinsinden ve doğal boyutsuz bir değer olarak kozmolojik sabit Λ, 10−122 mertebesindedir. Bu değer o kadar küçüktür ki, bir milyar ışıkyılı genişliğindeki kozmik yapılar üzerinde önemli bir etkisi yoktur. Bu Kozmolojik sabit son derece küçük olmasaydı, yıldızlar ve diğer astronomik yapılar oluşamazdı.
Q, büyük bir galaksiyi bir arada tutmak için gereken yerçekimi enerjisinin, kütlesinin enerji karşılığına (e=mc2) oranı yaklaşık 10−5‘tir. Bu değer çok küçükse hiçbir yıldız oluşamaz. Bu değer eğer çok büyükse, evren çok şiddetli olduğu için hiçbir yıldız hayatta kalamaz.
D, uzay zamandaki uzaysal boyutların (zaman boyutu hariç) sayısı 3’tür. Uzaysal boyutların sayısı 2 ya da 4 olsaydı ya da uzayzamanda 1 zaman boyutundan başka bir boyut olsaydı, yaşam var olamazdı. Ancak bu, bu on boyutlu sicimlerin varlığını engellemez. Çünkü, diğer boyutlar çok küçük ölçekte kendi üzerlerine kıvrılmışlardır.
Bu inanılmaz derecede hassas bir şekilde ayarlanmış bir ilk andır.
Öyleyse, Büyük Patlama’yı sadece verme, genişleme ve yaratmanın bir tür ifadesi değildir, bu yaratım eşit derecede güçlü bir kısıtlama ile dengelenmektedir. Bu matematiksel kısıtlamalar, “disiplinli yaratıcılık” dediğimiz şeyin fizik dünyasında bir örneğidir. Evrenin ilk anı rastgele bir ortaya atış değil; çok hassas bir sınırlılıktır.
Size aynı fikrin başka bir örneğini vereyim. Bir insan yaratırken, dünyaya bir yaşam getiriyorsunuzdur. Ancak iyi bir sanatçı – bu durumda Tanrı – yaratmak için hem ölüm hem de yaşamla çalışır diyebiliriz. Gerçekten bilimsel olarak bakarsanız, bebeklerin elleri rahimde nasıl yapılır? İlginç bir şekilde, bir el neredeyse bir ördek yüzgeci gibi başlar. Rahmin içine bakarsanız, sadece bu küçük ördek yüzgecini görürsünüz. Parmaklar arasındaki boşluk nerededir? Parmaklar arasındaki boşluğa neden olan şey, parmaklar arasındaki kısmın, bildiğimiz şekliyle bir eli yaratmak için elin parmakları arasındaki hücrelerin ölmesi gerekmektedir. Ölmezlerse bir el var olamaz, sahip olabileceğiniz şey bir yüzgeçtir.
Tanrı’nın dünyasında yaratmaya hizmet eden sadece yaşam değil, aynı zamanda ölümdür. Ölüm – şekil verme de – resmin bir parçasıdır.
Son olarak, kanserin nasıl geliştiğini düşünelim. Kanser hücreleri, kontrol dışı yaratmaya yani çoğalmaya devam eden hücrelerdir. Kontrolden dışı yaratım, çoğalma olursa kanser olursunuz. Kontrol dışı yaşam aslında ölümdür. Yaşam ve ölüm arasındaki denge gerçekte “disiplinli yaratıcılıktır”.
Bu fikir aslında büyüleyici bir İbranice kelimeyle ifade edilir. Yahudi geleneğine göre, Tanrı’yı ilişkilendirdiğimiz şeylerden biri, “gerçek” anlamına gelen İbranice אמת “emet” kelimesidir. “Gerçek” ne anlama gelir? Bu fikri oluşturan harflere bakarak Kutsal Kitap’taki hakikat kavramı hakkında biraz fikir edinebilirsiniz. Bu kelime üç harften; Alef, Mem, Tav oluşur. Alef harfi alfabenin ilk harfidir, Tav alfabenin son harfidir ve Mem, tahmin edebileceğiniz gibi alfabenin ortasındaki harftir. Ne kadar dengeli bir kelime olduğunu gördünüz mü? Gerçek içerisinde bu tür bir denge vardır; ilk, orta ve son.
Ancak bu denge, kendisini başka bir büyüleyici şekilde de ifade etmektedir. “Emet” kelimesini tam ortadan keserseniz, aslında iki İbranice kelimeden oluştuğunu görürsünüz. İlk İbranice kelime “em” אם Alef, Mem’dir. Diğer kelime “met” מת Mem, Tav olur. Peki bu kelimeler ne anlama geliyor? “Em” anne anlamına gelir ve “met” ise ölüm anlamına gelir. Bunu bir düşünün, yaşam ve ölüm. Anne, yaratıcı güçtür. Ölüm ise bunun karşıtıdır. “Disiplinli yaratıcılığın” gerçekte ne olduğu, bir yanda annelik ve öteki yanda ölüm arasındaki denge, hepsi “emet” אמת kelimesindedir. Tanrı’dan “gerçek” olarak bahsediyoruz. Ahlaktan gerçeğin bir ifadesi olarak bahsediyoruz. Tanrı’ya bakarız ve “disiplinli yaratıcılığı” görürüz. Hem yaşamla hem de ölümle resim yapan bir ressam görürüz.
Bu tür disiplinli bir yaratıcılığa nasıl ulaşırız? Bilgi ağacından yedikten, içimizdeki arzu ile, yaratıcı güçle özdeşleştikten ve belirli bir şekilde daha yaratıcı / tanrısal hale geldikten sonra, bu yaratıcılığı yönetebilmenin bir yolunu bulmamız gerekiyordu. Bizi gölgede bırakmayacak ve bizi ezmeyecek bir şekilde. İşte Yaşam Ağacı.
Ama yeni bir Yaşam Ağacı. Sizi içinde bulunduğunuz durumda sonsuza kadar yaşatacak bir ağaç yerine, içinde bulunduğunuz durumu gerçekten tamamlayabilen bir ağaçtır. Bu ağaç, o yeni Yaşam Ağacı, meleklerin size ikinci kez verdiği şeydir ve bu İlahi Yasa’dır. İlahi Yasa, yaratıcılığımızı kanalize edebilmemiz için zihne bir yardımdır. Yasa, onu yerine getirecek olanları ezmek için orada değil, yaratıcılığımızı yönetmemize yardımcı olmak, böylece yaratıcılığımızın gerçekten tanrısal, gerçekten disiplinli bir şey olması için vardır.
Ağaçtan yemek, insanda şunu değiştirdi: Arzu, artık Tanrı’ya karşı gelmeye yol açabilirdi. Tanrı’nın iradesine aykırı davranmak bir olasılık haline geldi. Ağaçtan yemeden önce de arzu vardı, ama bu arzu insanın Tanrı’nın iradesine karşı gelmesini sağlayacak bir arzu değil, Tanrı ile tam bir uyum içerisinde yaşamasını sağlayacak arzuydu. Ağaçtan yedikten sonra, kuralları çiğnemek bir seçenek haline geldi. Ve artık Tanrı’ya meydan okumak mümkün olduğuna göre, insan ahlakı kendi düşüncesine göre belirlemeye başladı. Ağaç öncesinde ahlak, sadece Tanrı’nın arzusuna bağlıyken, ağaç sonrasında insan, daha önce var olmayan ahlaki düşüncesine yeni bir boyut getirdi. Şimdiye kadar var olan tek şey Tanrı’nın iradesiydi. Artık ahlaki düşüncesine insanın arzusu da dahil oldu. Yılan, Yetzer Hara, kötü dürtü içselleşti ve ahlaki anlayışımız arzularımız tarafından yönlendirilmeye başladı.
Ağaç öncesi durumda, iyi ve kötünün, ahlakın belirleyicisi yalnız Tanrı’nın arzusuydu, yani Tanrı İyi ve Kötüyü Bilen’di. Ağaç sonrasında, insanın arzusu daha baskın hale gelince, insan da “İyi ve Kötüyü Bilen” oldu. Yani, insan, “içeriden” bakmaya başladı, doğru ve yanlışa kendi iyi ve kötü penceresinden bakmaya, kendi standartlarını belirlemeye başladı. Bakınız: Yaratılış 3:22. Yani, insan ahlaki eylemleri, Tanrı iradesi yerine, artık daha güçlü hale gelen kendi arzularına uygunluğuna göre “iyi” ve “kötü” olarak tanımlamaya başladı, bakış açısı değişti.
İyilik ve kötülüğün bilgisini elde ettikten sonra, insanlık daha tanrısal hale geldi – daha tutkulu, daha arzulu, daha ısrarcı biçimde yaratıcı. Ama biz sadece yarı tanrılardık. Yaşam Ağacı’ndan yememiştik. Tanrısal olmak demek, sadece; Tanrı’nın olduğu gibi tutkulu olmak, irade ve istek sahibi olmak anlamına gelmemektedir. Ama, yaratıcılığın büyük gücünü akıllıca, kontrollü kullanmak anlamına da gelmektedir. Buna “disiplinli yaratıcılık” diyoruz. Bu sınırlama, gücü tamamen kontrol etmek demektir; onun tarafından kontrol edilmek demek değildir. “Kalplerinizin ve gözlerinizin doğrultusunda gitmeyeceksiniz” (Sayım 15:39). Arzuyu dengede tutmak, yaratmanın zamanı var, yaratmayı bırakmanın zamanı var anlamına gelmektedir. (Bakınız: Şabat nedir?)
Artık mutlak bir dünyada, Eden Bahçesi’nde yaşamıyoruz. Artık göreli bir dünyada, hepimizin içinde yaşayan yılanla birlikte hala orada yaşıyoruz.
İşte burada Tanrı, bize tanrısal olabilmemiz için, daha önce yemediğimiz yeni ve farklı bir Yaşam Ağacı’nı vermektedir: Tora / Yasa (Özdeyişler 3:18). [Tanrı, insana Tanrısal olmayı emretmektedir: “Kutsal olun; çünkü Ben Kutsal’ım” (Levililer 11:44)] Yeni Yaşam Ağacı, insanın bu yeni dünya ile, arzunun görüşü bulanıklaştıran, doğruyu ve yanlışı gizleyen bir dünya ile başa çıkmasına yardımcı olmak içindir. Yeni Yaşam Ağacı, arzuları, dürtüleri yok etmeyi değil, onları kutsal çabalara doğru yönlendirmeyi amaçlayan bir “baharattır” (Talmud Kiduşin, 30b).
Sonraki yazıda geri dönüp yaratılışa en başından bakacağız ve şimdiye kadar yaptığımız tüm çalışmalar tartışmalarımızda bir temel oluşturacak. İleriye gideceğiz. Devam ederken sizi görmeyi dört gözle bekliyorum.
Kaynak: Rabbi David Fohrman