İki Ağacın Hikayesi (9)
Arzu, olayları algılayış biçimimizi değiştirebilir
Geçen yazımızda sizden Hava’nın Tanrı’nın emri ile ilgili aktardıkları ile Tanrı’nın asıl sözlerini karşılaştırmanızı istemiştim. Açıkçası, ikisi birbirinden farklıdır. Farklılıkların bazıları doğrudan değişiklikler iken, bazıları ise vurguda yapılan değişikliklerdir. Buradaki amacım, bir bütün olarak ele alındığında, bu değişikliklerin bir tür örüntüye mi sahip, yoksa rastgele değişiklikler mi olduklarına değinmektir.
Söz konusu ayetleri tekrar yazalım, böylece bu ayetleri karşılaştırmak daha kolay olacaktır:
Tanrı’nın orijinal emri:
Tanrı, görüntüsü zevk veren ve yemeye uygun olan her türlü ağacın, [ve aralarında] bahçenin ortasında Yaşam Ağacı’nın ve [ayrıca] İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’nın topraktan bitmesini sağladı. (Yaratılış 2:9)
Tanrı adama bir emir verdi ve “Bahçenin tüm ağaçlarından serbestçe yiyebilirsin” dedi. “Ancak İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’ndan yeme; çünkü ondan yediğin gün, kesinlikle öleceksin”. (Yaratılış 2:16-17)
Hava’nın aktarımı:
Kadın, yılana “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye cevap verdi. “Fakat bahçenin ortasındaki ağacın meyvesinden ise; Tanrı ‘ondan yemeyin ve ona dokunmayın [bile]; yoksa ölürsünüz’ dedi” (Yaratılış 3:3)
Tamam, farklılıkları listeleyelim. İşte liste:
Yasak Ağacın Yeri:
Hava, yasak ağacı “bahçenin ortasında” olarak tanımlar. Aslında, Yaratılış 2.Bölüm 9.ayete göre, “bahçenin ortasındaki” ağaç “Yaşam Ağacı” idi (ve bu ağaçtan yemek yasaklanmamıştı); Bilgi Ağacı’nın nerede olduğu ise belirli değildi. [Ayet, Tanrı’nın “bahçenin ortasında Yaşam Ağacı’nın ve [ayrıca] İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’nın topraktan bitmesini sağladığını” belirtir. “Bahçenin ortasında” ifadesi ikinci ağacın değil, sadece ilk ağacın nerede olduğunu belirtmektedir. Eğer ikisi de gerçekten aynı yerde olsaydı, şöyle derdi: “… bahçenin ortasındaki Yaşam Ağacı ve Bilgi Ağacı..”]
Dokunmak kurallara aykırı mı?
Hava, yılana Bilgi Ağacı’na dokunmasının bile yasak olduğunu söyler. Orijinal emirde ise yasak olan sadece ağaçtan yemesidir.
Meyve mi? Ağaç mı?
Tanrı, yasak bir ağaçtan bahseder. Hava ise yasak meyveden bahseder. Pratikte, belki de ikisi aynıdır – ama vurgu kesinlikle farklıdır.
Ölüm kesin midir?
Tanrı, ağaçtan yerlerse mutlaka öleceklerini söyler. Hava, kendisi ve Adam’ın ölmesinler diye ağaçtan yememeleri gerektiğini söyler. Hava, kesin ölümü değil, ölüm olasılığını kast eder.
“Tüm” ağaçlar mı yoksa değil mi?
Tekrarlayan dili kullanarak Tanrı, Adam ve Hava’nın Bilgi Ağacı haricinde bahçedeki ağaçların hepsinden yiyebileceğini, evet, hepsinden yiyebileceğini vurgulamaktadır. Hava ise Adam ile birlikte yiyebilecekleri ağaçlardan söz ederken vurgulanan dili ve aynı zamanda “tümü” kelimesini de kaldırmaktadır.
Burada bir örüntü var mı?
Hava’nın Tanrı’nın yasağını yılana “açıklarken” yaptığı değişiklikleri neden yaptığını açıklayabilecek herhangi bir amaç veya sebep var mıdır?
Bana göre, Hava’nın Tanrı’nın emrini aktarırken yaptığı değişiklikler bir şey demek istediğini göstermektedir. Hava’nın Tanrı’nın emrini kasıtlı olarak çarpıttığı veya belki de emri yanlış anladığı öne sürülebilir. Bu teorilerin aksini kesin olarak ispatlayamam. Ancak benim düşünceme göre, üçüncü bir olasılık daha muhtemel görünüyor: Hava’nın yaptığı değişikliklerin kasıtlı olmadığı; aksine, yılan tarafından hazırlıksız yakalandığı, olayın etkisinde kaldığı ve işlerin sadece ona öyle göründüğü ve onları böyle görmek istemesi daha olasıdır.
Başka bir deyişle, Hava’nın sözlerindeki ince farklılıklar, belki de, Tanrı’nın söylediklerini yanlış anlama değil de, zihnin Tanrı’nın emrini farklı bir bakış açısı ile yeni bir biçime sokma girişimidir. Kısaca söylemek gerekirse, ağaçtan yemek, insanlığın yaşamında arzunun daha derin bir rolünün başlangıcını göstermektedir ve bu konuşma, arzunun algılarımızı nasıl bozabileceğini gösteren ilk örnek olaydır.
Şunu düşünün: Yapamayacağımız veya yapmamamız gereken bir şeyi istediğimizde, ama yine de gerçekten istediğimizde, kendimize neler söyleriz? Arzu tam olarak nasıl çalışmaya başlar? İstediğimiz şeye sahip olmamızın gerçekten iyi bir şey olduğu konusunda kendimizi ikna etmek için neler deriz?
Önümüzdeki gerçeğe bakarız ve bunun belirli yönlerini abartmayı ve diğerlerini minimize etmeyi içeren bir oyun oynarız. Oyun aşağı yukarı şu satırlar gibi ilerler:
Bize getirilen kısıtlamanın kapsamını abartarak başlayabiliriz. [Örneğin; “ağaca dokunmak bile yasak”]. Kurallara uymanın ne kadar zor olduğunu abartırsak bir hatayı rasyonelleştirmek daha kolay olur. “Ailem benden bisküvi kavanozuna yaklaşmamamı nasıl bekleyebilir? Ondan yememek bir yere kadar ama mutfağın kapısından girmekten nasıl kaçacağım?”
Tersine, sahip olabileceğim şeyin önemini en aza indirebilirim. Gerçekte bahçedeki ağaçların biri hariç tümünden “yiyebilirim, evet, yiyebilirim”. Kendilerinden yemek için teşvik edildiğim, belki de bunun yapmamın emredildiği binlerce ağaç vardır. Ama arzunun akıl oyunları vurguyu değiştirir: Tabi ki, “ağaçlardan” yiyebiliriz, ama ortadaki birine “dokunamayız” bile…
Kuralları ihlal etmenin sonuçları nedir? Bu da önemsizleştirme eğiliminde olduğumuz bir şeydir. Hemen ölmeyeceğiz, değil mi? Hayır. Tanrı bile bugün sadece ölümlü olacağımızı kastetti – ancak ölüm hemen gerçekleşmeyecek, belki yıllar yıllar sonra… O halde, elbette ağaçtan uzak durmalıyım – ama sadece eninde sonunda öleceğim diye….
Son olarak, sahip olamayacağım şeyin önemini abartıyor olabilirim: O benim odak noktam, dünyamın çevresinde döndüğü merkez haline gelir. Unutma: Hangi ağaç bahçenin “merkezindedir”? Herhangi bir gözlemci için, ormanın merkezi o anda baktığı herhangi bir ağaç olabilir. Tanrı için, bahçenin merkezi, “odağını” oluşturan şey, Yaşam Ağacı’dır; ilginç bir şekilde, başlangıçta yasak edilmemiş olan bir ağaçtır. Hava için ise, kendisinden yiyemediği ağaç, merkezde olmuştur. Arzu, yasaklara odaklanır ve onu büyütür – nesnel olarak önemli olduğu için değil, sadece sahip olamadığımız için.
Hava’nın yılanla yaptığı konuşmayı anlatırken, Tora bizim için arzunun dinamikleri ile ilgili bir örnek olay incelemesi yapıyor gibi görünmektedir. Metin, arzu adlı hayali savaşçıyla mücadele etmekten bahsetmektedir: İnce yöntemlerle, işler gerçekte olduğundan daha büyük veya küçük görünmeye başlayabilir. Kastedilen uyarı açıktır: Bu meyveyi neden gerçekten yemeniz gerektiği konusundaki kendinize kusursuz gelen görüşlerinizi kabul etmek için acele etmeyin. İlk önce kendinize sorun: Şeyleri gerçekten oldukları gibi mi görüyorum, yoksa onları görmek istediğim gibi mi görüyorum? Gerçekler hakkında kendime tam olarak yalan söylemesem bile, onları nasıl vurguladığım üzerinde oyun oynuyor muyum? Bazı şeylerin önemini abartıyor, başkalarının önemini ise en aza indirgiyor muyum?
Yapbozun kalan parçalarını konuşmaya sonraki yazımızda devam edeceğiz.
Sonraki Yazı: İki Ağacın Hikayesi (10)
Kaynak: Rabbi David Fohrman